11 Ocak 2013 Cuma

Türkiye nereye?


* 2 yıl önce, ecnebi bir derginin talebi üzerine yazılmış ancak yayınlan(a)mamış bir yazı. Seçim öncesinde duyulan kaygılarla bugünkü durumu kıyaslamak ilginç olabilir...


KEMAL GÖKTAŞ

Ankara / 26 Mart 2011,
Önümüzdeki Haziran ayının 12 ’sinde Türkiye, AKP’nin üçüncü kez tek başına iktidara gelmesine kesin gözüyle bakılan milletvekili seçimleri için sandık başına gidecek. AKP, seçimlerdeki hedefini 'Anayasa’yı değiştirecek milletvekili sayısına ulaşmak' olarak belirlemiş durumda.
AKP ’nin yeni iktidar dönemi, keskin AKP karşıtlarının yanı sıra yakın zamana kadar bu partiye destek veren bazı kesimlerde de bir endişe yaratmış durumda. Liberaller ve bazı solcu aydınlar, AKP’ye, iktidarının ilk döneminde Avrupa Birliği ’ne üyelik amacıyla yapılan reformlar, ikinci döneminde ise bir tür kontrgerilla örgütlenmesi olan Ergenekon ’a karşı yapılan operasyonlar nedeniyle destek veriyordu. Seçimlerde nicel olarak önemsiz bir etkisi olan bu destek, AKP’nin hareket alanını alabildiğine genişletmesini sağlamış ve elini güçlendirmişti.
Endişeli hali büyüten en önemli neden, son dönemde basın özgürlüğünün ciddi biçimde tehdit altında olduğunu gösteren gelişmeler oldu. Düşünce ve ifade özgürlüğü açısından öteden beri sicili hiç de parlak olmayan Türkiye’de, AKP iktidarının 2005 yılında yaptığı Ceza Kanunu değişikliğinden sonra gazetecilere açılan davalarda patlama oldu. Sayıları binlerle ifade edilen soruşturma ve davalara zaten alışkındık. Ama gazetecilik kariyeri boyunca derin devleti ortaya çıkarmaya ve bir türlü Ergenekon soruşturmasına alınmayan faili meçhullerin soruşturulması için çaba gösteren Ahmet Şık ile Hrant Dink cinayetinde polislerin ihmalini gösteren iki kitap yazan ve Dink cinayeti davasının Ergenekon davası ile birleştirilmesi gerektiğini savunan Nedim Şener'in tutuklanması şok etkisi yarattı. Çünkü kimsenin inanmadığı bir suçlamayla, Ergenekon üyeliği suçlamasıyla tutuklanan iki gazetecinin de ortak noktası , Emniyet içindeki Fethullah Gülen cemaatine mensup polislere ilişkin kitap çalışmaları yapmalarıydı. Bunlardan Ahmet Şık ’ın henüz yayımlanmayan “İmamın Ordusu ” (İmam’dan Fethullah Gülen, Ordu’dan da Emniyet içindeki cemaatçi yapı kastediliyor) isimli kitabının taslağına mahkeme kararıyla el konulmasına karar verildi. Bu amaçla Şık’ın eşine, avukatlarına ve arkadaşlarına tebligatlar yapıldı. Ellerindeki kopyayı vermemeleri halinde “örgüte yardım etmekle ” suçlanacakları bildirildi. Polis, bir yayınevi ve bir gazete bürosunu basarak kitabın dijital kopyalarını sildi. Hatta Ahmet Şık ’ın kaldığı hücrede kitap nüshası arandı.
Şık ve Şener ’e savcılık sorgusunda tamamen gazetecilik faaliyetlerinin sorulması da dikkat çekti. Gerçi savcı elinde gizli belgeler olduğunu ve bunu soruşturma sonunda açıklayacağını söyledi ama iki muhalif gazetecinin derin devlet örgütlenmesinden tutuklanması kimseye inandırıcı gelmedi.
Hükümet, 2008’den sonra askeri vesayetin kaldırılması konusunda bazı adımlar attı ama bu yepyeni türde bir militarizmin gelişmesinin de önünü açtı. Polis çok güçlendi ve yasalar polisin ‘önünü açmak’ için değiştirildi. Savcılığın yürütmesi gereken pek çok soruşturmanın, Gülen cemaatine mensup polisler tarafından yürütüldüğü yönünde ciddi kuşkular oluştu. Yıllardır askere ve Ergenekonculara karşı demokrasi mücadelesi veren kesimler artık hükümetin yeni yöneliminden rahatsızlık duymaya başladılar. Hükümet Kürt meselesinde de önemli hiçbir adım atmadı. Söylem düzeyinde bazı açılımlar oldu ama hayata geçen bir şey yok. Buna karşın gazetecilerin ve aralarında belediye başkanlarının da olduğu Kürt siyasetçilerin tutuklanması, demokratikleşme adına hiçbir önemli adım atılmaması ve insan hakkı ihlallerinin sürmesi, bu hükümetin demokratlığı konusunda epey kuşku uyandırmış durumda.
Bu havayı bazı olumlu gelişmeler de dağıtamadı. Örneğin son olarak Malatya'daki misyoner katliamı ile Ergenekon arasında bağ kuruldu ve bazı askerler ile öğretim üyeleri tutuklandı. Aslında bu tutuklamalar Ergenekon soruşturmasında hem gerçek suçluların hem de Ergenekon’la ilgisi olmayan bazı muhaliflerin tutuklandığı yönündeki algıyı dağıtmak bir yana, bu algıyı daha da güçlendirdi.
Hükümetin askeri vesayete ve derin devlete karşı yaptığı operasyonları destekleyenler muhaliflere yönelik baskının artması karşısında karmaşık bir ruh hali içindeler. Çünkü Anayasa değişiklikleriyle büyük ölçüde kendisine bağımlı bir yargı yaratan hükümet, derin devletin yanına bir de muhalifleri koyarak tutukluyor. Kürt sorununda olumlu bir adım atmıyor. Arkasına büyük bir medya gücünü de aldı ve çokseslilik tehdit altında.
Bu endişeleri toplumun giderek İslamileştirildiği yolundaki algılar da besliyor. Diyanet İşleri Başkanlığı'nın “Aile imamı ” uygulamasıyla imamlar kapı kapı dolaşarak bir tür İslami hayat tarzı misyonerliği yapacak İçki yasaklarına ilişkin düzenlemeler sıkılaştırıldı. Küçük şehirlerde içkili mekan neredeyse bulunmaz hale geldi. Büyükşehirlerde de fiili uygulamalarla içkili mekanları tecrit edecek ‘kırmızı bölgeler ’ oluşturulacağına dair kaygılar artarak devam ediyor. Okullarda Darwin ’in evrim teorisini anlatan öğretmelere disiplin cezası verildiği haberleri yapılıyor.
Özetle, 88 yıllık Cumhuriyet tarihi boyunca askerin - zaman zaman açık ama çoğunlukla gizli -   faşizan iktidarından bunalan kesimler, şimdi ‘yeni türde bir otoriterliğin boyunduruğuna mı giriyoruz? ’ sorusunun yanıtını arıyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder