14 Ocak 2013 Pazartesi
Dink cinayetinde katillerin verdiği mesajın alt yapısı medyada oluşturuldu!
KEMAL GÖKTAŞ
Hrant Dink’in öldürülmesine giden süreci, kamuoyu oluşturma mekanizmalarında yaratılan ‘Hrant Dink’ algısından kopararak anlatmak mümkün değil. Hrant Dink’in hedef haline gelen bir siyasal figüre dönüştürülmesi, kamuoyu oluşturma mekanizmalarının en etkilisi olan medyanın yarattığı bir süreçti.
Hrant Dink, 2004 yılı Şubat ayında, Agos Gazetesi’nde yazdığı Sabiha Gökçen’in Ermeni olduğuna ilişkin haberden sonra yaygın olarak gündeme geldi. Bu haber Hrant Dink’in, “Türk ve Türkiye düşmanı bir Ermeni olarak” lanse edilmesinin ve hedef haline getirilmesinin başlangıç noktası oldu. Nitekim, Hrant Dink de, öldürülmeden kısa bir süre önce yazdığı yazıda, Sabiha Gökçen haberinin “bardağı taşıran damla” olduğunu söylemişti. Bu haber, Agos’ta yayımlanmasından 15 gün sonra, Hürriyet’te yayımlandı. Hürriyet, Dink’in haberine yer verdikten bir gün sonra ise ise Gökçen’in Ermeni değil Boşnak asıllı olduğunu belirtmek üzere “Hayır, Boşnak’tı” başlıklı bir haber yayımladı. Dikkat çeken nokta, Hürriyet’in, Sabiha Gökçen’in Ermeni olduğu yolundaki iddiasına yanıt niteliğindeki bu haber sayfanın manşetinde yer alırken Gökçen’in yakın arkadaşı Pars Tuğlacı’nın Hrant Dink’in haberini güçlendiren açıklamasının sayfanın kenarında yer bulmasıydı.
Genelkurmay Başkanlığı, Hürriyet’teki haberden bir gün sonra bir açıklama yaptı. Açıklamada Gökçen’in Ermeni olduğuna ilişkin iddiaları tartışmaya açmak, “milli bütünlüğe ve toplumsal barışa katkısı olmayan bir yaklaşım” olarak mahkûm edildi. Ayrıca, Gökçen’in Ermeni olduğuna ilişkin iddiaları yayımlamanın habercilik olarak nitelendirilmeyeceğini belirterek, tamamen basın tarafından belirlenmesi gereken bir alana müdahale etti. Açıklama, medyanın tek bir ideolojiyi, devletin resmi ideolojisini temel alması talimatını yineliyordu. ‘Bilinçli ya da bilinçsiz’ şekilde yapılan bu tür yayınların kaygıyla izlendiği belirtilerek basından, resmi ideolojinin çizdiği çerçeve içinde yayın yaparken ‘işini iyi yapmasını’, farklı yerlere çekilebilecek haber ve yorumlardan kaçınması isteniyordu.
Gazeteler, askerin basına açık müdahalesi niteliğini taşıyan bu açıklamasını haberleştirirken, açıklamanın vahametine ilişkin herhangi bir eleştiri yöneltmediler. Açıklama, haberlerde, Genelkurmay Başkanlığı konunun bir tarafıymış gibi sunularak yer aldı. Gazeteler çoğunlukla açıklamayı öven haberler yaptılar. (Hürriyet, Sabah, Akşam, Cumhuriyet)
Genelkurmay Başkanlığı’nın açıklamasına ilişkin yapılan yorumlarda ise, açıklama hak ettiği eleştiriyi bulamadığı gibi önemli ölçüde destek de gördü. Örneğin İlhan Selçuk, Gökçen’in Ermeni olduğu iddiasına ilişkin haberi ‘emperyalizmin, halkların birbirine karşı düşmanlaştırılması hedefi’nin bir parçası olarak değerlendirdi. “Ermenilerin ortalıkta bırakıp kaçtıkları çocuklardan sayılıyor Sabiha…” ifadesini kullanarak bir trajedi olarak görülmesi gereken durumu, Ermenileri aşağılayarak anlatmayı tercih etti. Hürriyet Gazetesi yazarı Emin Çölaşan ise, 24 Şubat 2004’de yayımlanan “Ermeni imiş!!!” başlıklı yazısında, Gökçen’in Ermeni kökenli olduğunu iddia etmenin ‘iftira’ olduğunu yazdı.
Genelkurmay Başkanlığı’nın açıklamasının etkisi gazetelerde hemen kendisini gösterdi. Gökçen’in Ermeni asıllı olmasının hiçbir önemi olmadığı, dolayısıyla tartışmanın da gereksiz olduğu yönündeki yaklaşım ağırlığını artırırken; Gökçen’in Ermeni asıllı olmadığına ilişkin haberler yapıldı. (Hürriyet: İşte Soyağacı, Milliyet: Ermeni iddiasını, ilk uçuş tarihi çürüttü, Akşam: ‘Gökçen Ermeni Değil Bosnalı)
Sabiha Gökçen’in Ermeni olmadığı yönündeki iddialarda ortaya çıkan Ermeni algısı kendisini en çok Gökçen’in Ermeni değil, Bosnalı olduğu yönündeki iddiada ortaya koydu. Bu tezin, Sabiha Gökçen’in Ermeni olduğu yönündeki iddiayı çürütmek için ortaya atılması da, tartışmada asıl rahatsız olunanın, Gökçen’in Türk etnik kökeni dışında bir etnik kökenden geldiğinin iddia edilmesi değil, Ermeni olduğunun iddia edilmesi olduğunu ortaya koydu.
Melih Aşık da Milliyet’teki köşesinde ‘Sabiha Gökçen’ başlıklı yazısıyla, Gökçen’in Ermeni olması ihtimalinin olmadığını savunuyor ve bu haberin ‘maksatlı’ olduğunu ima ediyordu.
Sabiha Gökçen ile ilgili haberden sonra, Dink’i hedef alan ilk yazılardan biri, Hasan Pulur imzasıyla, 25 Şubat 2004’te, Milliyet Gazetesi’nde, “Sabiha Gökçen'in Ermeniliği nereden mi çıktı?” başlığıyla yayımlandı. Hasan Pulur’un, tamamen, okurun ırkçı, azınlık düşmanı yargılarına seslenen bu yazısı, Dink’i alaycı bir üslupla tahkir ediyor, “Cumhuriyet ve Türkiye düşmanı bir Ermeni” olarak lanse ediyordu. Pulur, Dink’i, “Türkçe’yi iyi bildiği anlaşılan” sözleriyle Türkiyeli kimliğini yok sayarak bir yabancı gibi sunuyordu.
Emin Çölaşan, 28 Şubat 2004’te yayımlanan “Ufak ufak, yavaş yavaş...” başlıklı yazısında Dink’in, daha sonra hakkında Türk Ceza Kanunu’nun 301. maddesinden mahkum olmasına neden olan yazısındaki ifadeleri tamamen bağlamından kopararak alıntıladı ve Dink’in, “Türk’ün kanının zehirli olduğunu” söylediğini ileri sürdü . Çölaşan, bu çarpıtmayla, Hrant Dink’i “şeriatçı özlemi olanlar, Türkiye’nin bölünmesini isteyenler, Apo’ya özgürlük isteyenler”le bir arada saydı. Bu üç kategoride vurgu yapılan grupların devlet algısındaki yeri düşünüldüğünde, Çölaşan’ın, Dink’i bir iç düşman kategorisinde sunduğu ortaya çıkıyordu. Çölaşan, daha sonra Dink’in sözlerini çarpık bir şekilde alıntılayarak Dink etrafında oluşturulan ırkçı kuşatmanın temelini atanlardan olmuştu. Çölaşan’ın bu yazıyı yazdığı tarihte, henüz Hrant Dink’in bahse konu sözleri için açılmış bir dava yoktu.
Hrant Dink’in hedef haline getirilmesi sürecinde büyük etkisi olan yazarlardan biri Cumhuriyet yazarı Deniz Som’du. Som da Çölaşan gibi Dink’in sözlerini bağlamından ve anlamından kopararak aktardı ve ‘damardan kan temizleme operasyonu’ ile suçladı. Dink’i, Adolf Hitler’in bile ilerisinde bir ‘faşist’ olarak niteleyen Som’a göre Dink, dönemin komutanlarından olan, daha sonra Ergenekon davasında sanık olan Hurşit Tolon'un bahsettiği ‘içimizden hainlerden’ biriydi.
Önce Vatan Gazetesi’nin başyazısı niteliğindeki ‘Bugünlük’ köşesinde, Orhan Kiverlioğlu, 26 Şubat 2004’te “Hrant’ın hırlayışı” başlıklı bir yazı yazdı. Bu yazı Agos’a ve Dink’e yönelik saldırıların en ağırıydı. Yazıda “Darvin’i haklı çıkaran ilk ve tek numune varlık olarak maymun genlerini taşıyan ruh”, “orangutan maymununun dahi tiksinti duyduğu Hrant Dink” deniliyor ve “Türklüğe hırlayan Hrant’ın kafasına dank edecek bir kanun olmalı” ifadesi kullanılıyordu. Dink’i açık bir hedef haline getirmekteki gözü karalık, Dink’in Ermeni kimliğine yönelik nefretin boyutlarını ortaya koyması bakımından ibret verici bir örnekti. Yazı, okurda, Dink’in –adeta- varoluşsal bir niteliği olarak ‘Türk düşmanlığı’nı taşıdığı algısını yaratıyordu. Faşizm “düşmanla” herhangi bir ortak nokta bırakmıyor, onun insan olma vasfını yok ediyordu. Gerçekten de, Hrant Dink ile ilgili yaratılan bu hava, daha sonra Hrant Dink’i öldüren silahın tetiğini çeken Ogün Samast’ın ruh haline “Hrant Dink’in bir ailesi olduğunu ise hiç tahmin etmedim” sözleriyle yansıyordu. (Kemal Göktaş, ‘Bir bebekten nasıl katil yaratılır?’, Vatan Gazetesi, 12 Mayıs 2007)
Bu türden yazılar, Önce Vatan Gazetesi’nde, devam etti: “İnsanın tükürüğü yılanın ağzında zehir olup, zehir aşılayıcı bu sürüngeni tesirsiz hale getirdiği gibi, insan suretindeki Ermeni tarihçisi sürüngenlere de Türk kanının zehirli vasfını içtimai şifa niyetine göstermek lazım” (Orhan Kiverlioğlu, ‘Türk Kanının Zehiri’, 1 Mart 2004)
Yeniçağ Gazetesi’nde de, Arslan Tekin’in, 25 Şubat 2004 tarihli “’Türk’ün zehirli kanı’ ne demek oluyor!” başlıklı yazısında hedef yine Hrant Dink ve sözleriydi: “Hrant Dink bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıdır. Lozan Antlaşması’nda azınlıklara tanınan haklardan istifade etmektedir. Onun Türkleri sevmesini, hele Türk milliyetçiliği ile dost olmasını beklemiyorum. Ama bu kadar aleni bir düşmanlığa meyil etmesi düşündürücüdür.”
Irkçı yayın organlarında Hrant Dink aleyhine başlatılan kampanya, ırkçı örgütlerin Agos Gazetesi ve Hrant Dink’i hedeflerine almalarına neden oldu. Ülkü Ocakları Agos Gazetesi önünde ırkçı bir gösteri düzenledi. “Ya sev ya terk et”, “Kahrolsun Asala” sloganları atan grup adına açıklama yapan Ülkü Ocakları İstanbul İl Başkanı Levent Temiz, “Hrant Dink bundan sonra bütün öfkemizin ve nefretimizin hedefidir, hedefimizdir' dedi.
Hrant Dink’in açıkça hedef alındığı ve tehdit edildiği bu gösteri, Gündem ve Yeniçağ dışında hiçbir gazetede haber yapılmadı. Yeniçağ bu tehditkâr eylemden övgüyle bahsetmişti. Radikal yazarı Yıldırım Türker, 7 Mart 2004 tarihli yazısında, medyanın bu olayda haber değeri görmemesine ilişkin olarak “Bu çapaçul milliyetçi milislerin devletle ve Cumhuriyetçi-Kemalist-mubahçı teorisyenleriyle dirsek temasına dikkat etmeliyiz. Ermeniler korku ve huzursuzluk içinde. Siz ne alemdesiniz?” diye yazdı.
Dink’in yargılanmasına ve 6 ay hapis cezası almasına neden olan yazısı, ‘hedef haline gelen bir siyasi figür’ olmasında kilometre taşı oldu. Oradaki sözlerinin, bağlamından koparılarak alıntılandığında, kamuoyundaki algısının nasıl olacağı da, Dink’i hapse mahkûm eden mahkeme kararının gerekçesinde “Öyle ülke vardır ki bayrağından şort yaparsın, hoşgörülür. Öyle ülke vardır ki ineğine dokunursun, infial yaratır. Öyle millet vardır ki kan dedin mi akla bu toprakların her santiminde bulunan ecdat kanı gelir. (…)Bu toprağın her karesi kanla sulanmıştır " ifadelerine yansıdı.
Mahkemenin bu gerekçeli kararı da gazetelerde Dink’in suçlanmasına vesile oldu. (Hürriyet: “Ata'nın sözlerini çarpıttı”, Yeni Şafak: “Kan deyince akla ecdat kanı gelir” Milliyet: “Bu toprakların her karesi kanla sulandı” Zaman: “Dink, Atatürk`ün sözlerini çarpıtıp, Türkleri aşağılad”ı)
Milliyet Gazetesi yazarı Melih Aşık ise “Hrant kardeş... Sen haksız bir mahkeme kararına haklı olarak üzüldün... Peki 70 milyonluk bir ulusu , herhangi bir yargı kararı olmadan kendisinden önce yaşanmış olaylardan dolayı ‘soykırım suçlusu’ ilan ederken bunda da bir haksızlık görüyor musun? Görmüyor musun?” diye yazarak Dink’e ceza verilmesinin soykırım iddialarına verilmiş yanıt gibi sundu. Dink ise, “En çok Türk düşmanı demelerine üzüldüm” diyordu, oysa bu haber egemen medyada kendine çok az yer bulabildi. Hrant Dink’e verilen bu cezanın Yargıtay’ca onanması da, Dink’e yönelik nefreti ortaya koyacak şekilde haberleştirildi.
Sabah’ta Erdal Şafak, Hrant Dink’in öldürülmesinden sonra yazdığı bir yazıyla o dönem yapılan haberlerin Dink’i yargılayan hakimleri nasıl etkilediğini ortaya koymuştu: “Geçen yılın sonbahar aylarıydı. Hrant Dink davalarına bakan yargıçlardan biriyle tesadüfen bir araya geldik. Sohbet sırasında Dink’in ‘Mahkum olursam Türkiye’yi terk ederim’ sözünü hatırlattık. Yargıç bıyık altından güldü ve başımızı döndüren bir yanıt verdi: ‘Ya sevecek ya terk edecek. Başka seçeneği yok!’” (Erdal Şafak, ‘Büyük Resim’, Sabah Gazetesi, 2 Temmuz 2007)
Hrant Dink’e yönelik suç duyuruları sonunda açılan davalarda yöneltilen saldırılar da gazetelerde ‘arbede, gerilim’ gibi ifadelerde haberleştirildi. (Sabah: Arbede dava erteletti, Türkiye; ‘Gazilerden Hrant Dink’e tepki’, Hürriyet: ‘Protestoculardan Polis Kurtardı’) Saldırgan bir grubun varlığını yok sayan bu haberler, Dink’i ‘arbedenin, gerilimin’ bir tarafı olarak sunuyordu.
Yeniçağ, 9 Ekim 2004 tarihinde, Hrant Dink’in, Avrupa Birliği sürecinde Türkiye’de yapılan reformları övdüğü “Hoş gidişler ola…” başlıklı yazısını tamamen çarpıtarak “Ermeni’ye Bak” başlıklı bir manşet haber yaptı. Haberde, altında “Kıyımı alkışlayan sözde gazeteci!” ibaresinin yazıldığı, Hrant Dink’in bir fotoğrafına da yer verildi. “Ermeni asıllı gazeteci Hrant Dink Türk milletine hakaret etti” ifadesi kullanıldı. Haber metninin içeriğinde, bilimsel ve tarihsel gerçeklik açısından bir değer ifade etmediği gibi, haber niteliği de taşımayan; salt Ermeni düşmanlığını konu edinen bir yazı kaleme alındı.
Basın Konseyi, Dink’in şikayeti üzerine oyçokluğu ile “yazara karşı zorbalığı özendirme tehlikesi yaratabileceği” gerekçesiyle, Yeniçağ gazetesinin ‘Uyarılmasına’ karar verdi. Karara imza atan ve karşı çıkan üyelerin kimler olduğu Basın Konseyi’nce açıklanmadı.
Hrant Dink’in, Türk Ceza Kanunu’nun 301. maddesinden yargılanmasına neden olan sözlerinin ‘Türk düşmanlığı’ olarak lanse edilmesinin ardından, Dink’in açıkladığı görüşlerine yönelik tepkilerin de ardı arkası kesilmedi. Çoğunlukla, Dink’in söylemek istediklerinden farklı bir mecrada sunulan bu görüşlere yönelik olarak Dink’i aşağılayan çok sayıda yazı kaleme alındı: “Ermeni asıllı Gazeteci Hrant Dink , bildiğiniz gibi Türklüğe alenen hakaretten yargılanıyor. (…)Atatürk’ün ‘Muhtaç olduğun kudret damarlarınızdaki asil kanda mevcuttur’ sözünün Türkiye düşmanlarına hatırlatılması yeterlidir sanırım. Her ne kadar ırkçı bir yaklaşım olsa da tek çözüm bu yaklaşımda olsa gerek.” (Faruk Mangırcı, ‘Hrant efendi, başka arzun var mı?’, Star Gazetesi, 21 Şubat 2006.)
Hrant Dink’in çeşitli toplantılarda yaptığı açıklamalar, özellikle ırkçı yayın organları tarafından sıkı şekilde takip ediliyor ve çoğunlukla, söyledikleri sözler bağlamından koparılarak ve ırkçı bir görüşün süzgecinden geçirilerek aktarılıyordu. Bu ‘haberler’de Dink’e “Ya sev ya terk et” deniliyor, vatandaşlıktan çıkarılması talep ediliyordu. (Ortadoğu Ya sev ya terk et’, 18 Şubat 2006 ‘Kovun Bunları’, 13 Mart 2006) Bunlar yapılırken Hrant Dink’le ilgili sürekli olarak “Türklüğe hakaretten yargılanan Ermeni gazeteci” ifadesi kullanılıyordu.
Hrant Dink’in açıklamalarına yönelik olarak yeni suç duyuruları yapılması da bu yayın organlarının sıklıkla başvurdukları bir yoldu. Dink’e, Türk Ceza Kanunu’nun 301. maddesinden verilen hapis cezasının ertelenmesine yönelik olarak da sıkça eleştiriler yönelten bu yayın organları, Dink’e çok daha ağır cezalar verilmesi için adeta bir kampanya açmışlardı. (‘Hrant Uslanmadı’, Yeniçağ, 30 Kasım 2005)
Hrant Dink, gazetelerde bu şekilde ele alınırken internetteki ırkçı sitelerde ‘katli vacip’ ilan ediliyordu: “Birinin adı Orhan Pamuk, diğerinin adı Hırlayan Köpek; Hrant Dink. Şımaran düşmana, meydanı boş bulan içerdeki köpeklerine ders için, onların kanunlarına inanmadığımızı, güvenmediğimizi göstermek için, artık dilekçeler, açılan karşı davalar bir anlam ifade etmediği için, Türk'ün vatanında kafir mahkemeleri kurulduğu için, bu siyonist mahkemelere tokat için, iki köpeğin katli -acilen- vaciptir.”
(http://www.doguturkistan.net/modules.php?name=News&file=article&sid=3945)
‘Yeni Batı Trakya’ adlı dergide, Hrant Dink ile ilgili yayınların ayrı bir yeri vardı. Yayın Kurulu’nda, Susurluk ve Ergenekon çetelerinin kilit ismi olan emekli Tuğgeneral Veli Küçük’ün yanı sıra, emekli vali, öğretim üyesi, gazeteci, eski bürokrat ve işadamlarının yer aldığı bu dergide, Hrant Dink’in “Hoş gidişler ola” başlıklı yazısı “Ermeni’nin küstahlığına bak” başlığıyla veriliyordu. Aynı dergide “Dink Hrant, provokatör mü ajan mı?” üst başlığıyla verilen haberde, Dink hakkında suç duyurusunda bulunarak dava açılmasını sağlayan avukat Kemal Kerinçsiz’in, Dink’i savunan avukatların saldırısına uğradığı iddia ediliyor, “Bunlar bu cesareti kimden alıyorlar?” diye soruluyordu. (Şişli Adliyesinde Olay’, Yeni Batı Trakya Dergisi, sayı 198, s. 44.)
SONUÇ
Türkiye’deki Ermenilere yönelik yayın yapan Agos Gazetesi’nin genel yayın yönetmeni olan Hrant Dink, 19 Ocak 2007’de öldürülmeden önce, medyada sıkça adına yer verilen bir isim oldu. Dink, Atatürk’ün manevi kızı Sabiha Gökçen’in Ermeni asıllı olduğu iddiasını gazetesinde haberleştirdikten sonra, bu habere egemen medyada yer verilmesi ve ardından Genelkurmay Başkanlığı’nın, açıklama yaparak bu tür bir tartışmanın tehlikelerine dikkat çekmesi ile başlayan süreçte, yazdığı yazılar, söylediği sözler ve özgün tutumuyla hep gündeme geldi. Dink, özellikle Ermeni soykırımı tartışmalarının da aynı dönemde yoğun olarak iç ve dış politikada önemli bir konu olarak gündeme gelmesinin de etkisiyle, medyanın projeksiyonunu sürekli üzerine tuttuğu isimlerden biri oldu. Ancak, Dink’e yönelik bu ‘ilgi’nin temelinde, Genelkurmay Başkanlığı’nın yaptığı açıklamayla yaratılan havanın büyük etkisi vardı. Açıklama, askerin kamusal alanda yürütülen bir tartışmaya müdahalesi niteliğindeydi ve bundan sonra Dink’le ilgili yapılan her türlü haber ve yorumda bu açıklamanın gölgesi oldu.
Genelkurmay Başkanlığı kamusal bir tartışmaya açıkça müdahale etti ve basından bu tartışmayı sonlandırmasını istedi. Genelkurmay Başkanlığı’nın açıklaması etkisini, Sabiha Gökçen’in Ermeni asıllı olup olmadığı tartışmasının yeterince yapılmadan kapatılmasıyla gösterdi. Genelkurmay, burada –denebilir ki- militan bir ‘eşik bekçisi’ rolü oynamaya soyundu ve bunda da ‘başarılı’ oldu.
Açıklamadan sonra basında ağırlıklı olarak bu iddianın haber değeri taşıyıp taşımadığına ilişkin yeni bir tartışma başladı. Genelkurmay Başkanlığı’nın kamusal bir tartışmanın sonlandırılması biçimindeki açıklaması, halkın haber alma özgürlüğü ile basın özgürlüğü kavramları etrafında değil, yine bu açıklamanın sahibi olan Genelkurmay’ın çizdiği ‘ulusal güvenlik ve resmi ideoloji (Atatürk milliyetçiliği)’ paradigması çerçevesinde tartışıldı.
Basının çizdiği çerçevede, özgür bir kamusal tartışmanın nasıl yürütülmesi gerektiğine ilişkin bir tartışmanın yerini Atatürk milliyetçiliğinin ispatlanması aldı. Hemen hemen tüm yazarlar, Gökçen’in Ermeni asıllı olduğu iddiası gerçek olsa bile, onun tarihsel kişiliğine bir halel getirmeyeceği noktasında tartışma yürütürken, Gökçen’in niçin yetim kaldığı, niçin Ermeni kökenli olmasına rağmen kökenlerinden koparılarak bir Türk gibi yetiştirildiği soruları sorulmadı. Hatta Gökçen’in Ermeni asıllı olabileceğine şiddetle itiraz edenler ve haberin yayımlanmasını maksatlı bulanlar, Gökçen’in etnik kökeninin saklanmasının düşünülmeyeceğini ileri sürerek tartışmanın ‘gereksiz’ olduğunu ileri sürdüler.
Genelkurmay Başkanlığı’nın açıklamasından sonra, dikkatler Sabiha Gökçen haberini yapan Hrant Dink üzerine çevrildi. Dink’in kaleme aldığı bir yazı dizisi içindeki son makalesinde geçen bir ifade, bağlamından koparılarak alıntılandı ve Sabiha Gökçen haberini yapan Dink’in nasıl bir ‘Türk düşmanı’ olduğu ‘ispatlanmaya’ çalışıldı. Dink’in cümlelerinin provokatif biçimde sunuluşu, etkisini, ırkçı örgütlerin, Dink ve gazetesi Agos’a yönelik tehditlerini savurdukları gazete önünde protesto gösterileri düzenlemeleriyle gösterdi. Dink’e yönelik ırkçı kuşatma, bir yandan gazete sütunlarında kendine yer edinirken, bir yandan da Agos Gazetesi önünde ırkçı sloganların atıldığı gösteriler düzenlenmesine kadar vardı. Ancak Dink’e yönelik bu tehlikeli saldırganlık, gazetelerde kendine yer bulamayarak yok sayıldı.
Buna karşılık, Hrant Dink’in, Sabiha Gökçen haberinin ardından, söz konusu yazı dizisinde ‘bulunan’ ve cımbızlanarak alıntılanan (‘Türklere hakaret ettiği’ iddia edilen) cümlesinden ötürü yargılanması sürecinde gazeteler, aynı şekilde, düşünce özgürlüğünün savunucusu olmaktan ‘imtina etti’. Bilirkişi raporlarında, Dink’in afişe edilen bu cümlesiyle, Türklüğü aşağılama kastının olmadığı, aksine Ermenileri eleştirdiği belirtilmesine rağmen, Dink sürekli olarak ‘Türklüğü aşağıladığı için yargılanan Ermeni gazeteci’ olarak kamuoyuna sunuldu. Dink’in, düşüncelerini açıkladığı için mahkûm olması da, egemen medyanın sınırlı bir kesiminde ve Avrupa Birliği ile ilişkiler bağlamında eleştirildi.
Hrant Dink’in hedef haline getirilmesi süreci, hiç kuşkusuz egemen kitle medyası ile sınırlı değildi. Özellikle ırkçı çizgideki basın kuruluşları da bunda önemli bir rol oynamışlardı. Ancak egemen medyanın, ırkçı basında Dink’le ilgili yapılan yayınlara kaynak oluşturan ve ırkçı tutumu pekiştirici ve destekleyici yayınları olmasaydı, kuşkusuz süreç bu kadar ‘başarılı’ olamayacaktı.
Hrant Dink’e yönelik egemen basında yer alan haber ve yorumlarda kullanılan dil, ırkçı gazetelerdeki yorumlardan ton olarak belki farklıydı. Buna rağmen, egemen basında yansıtılan bakış açısı ile ırkçı yayınlarda yansıtılan bakış açısı arasında öz olarak çok büyük fark yoktu. İkincisindeki dil, hedef kitlesine uygun olarak daha sivri daha aksiyoner iken, egemen basındaki dil daha dolaylıydı. Ancak ırkçı basında Dink’e yönelik dilin böylesine sivri olmasını sağlayan nedenlerden biri, kuşkusuz, egemen basındaki dilden güç almasıydı.
Türkiye’de egemen kamusal alan ideolojik niteliği ağır basan bir kamusal alandır. Bu kamusal alanda, devletin resmi ideolojisinin çerçevesi dışına çıkan haber ve yorumlara zaman zaman yer verilse bile, sıklıkla devletin kamusal alandaki tartışmalara müdahalesi söz konusu olmaktadır. Özgür bir kamuoyunun oluşturulması için gerekli olan düşüncelerin serbestçe ifadesi, yasalar ve fiili uygulamalarla engellenmekte, egemen kamusal alana farklı görüşlerin sızması önlenmektedir. Kamusal alan, bütün reform söylemlerine rağmen, devletin resmi ideolojisinin cenderesi altındadır.
Bu kamusal alanda Türk milliyetçiliği temel değerdir. Irkçı bir ideolojinin argümanları, milli birlik ve beraberlik söylemiyle sunulmaktadır. Azınlıklar bu kamusal alanda ancak öteki olarak vardırlar ve sıkça tartışma konusu olan Anayasal çerçevenin çizdiği vatandaşlık tanımının bile gerisinde, ırkçı bir ayrımcılığın hedefidirler.
Türk Ceza Kanunu’nun 301. maddesinden açılan bütün önemli davalarda beraat ya da düşme kararları çıkarken, Hrant Dink’in, Avrupa Birliği sürecine rağmen, mahkûm edilmesinde, basının, Dink’in Ermeni kimliğine yaptığı vurgu etkili olmuştur. Nitekim bu durum, Dink’i mahkûm eden mahkemenin gerekçeli kararındaki hukuk dışı, milliyetçi söylemle kendisini göstermişti. Dink’in siyasi bir suikastın hedefi olarak seçilmesinde de, kuşkusuz, basın tarafından kamuoyunda yaratılan ‘Dink algısı’nın önemli bir etkisi oldu.
‘Ötekileştirme’, Dink’e yönelik haber ve yorumların sadece bir bölümündeki yaklaşımı, üstelik bütün fotoğrafı anlatmaktan uzak bir bölümünü ifade ediyor. Denebilir ki, faillerin suikastla verdiği mesajın alt yapısı medyada oluşturulmuştur.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder