10 Ekim 2014 Cuma

HSYK: Cemaatle hükümetin kader düellosu


KEMAL GÖKTAŞ

Anayasa'da 2010 yılında referandumla kabul edilen değişikliğin ardından HSYK üyeleri, ikinci kez adli ve idari yargı hakim ve savcılarının oyuyla belirlenecek. HSYK'nın 10 asıl 6 yedek üyesini seçmek için 13 bin 994 hakim ve savcı oy kullanacak.

Seçimlerde hükümet destekli Yargıda Birlik Platformu'nun karşısında Yargıçlar Sendikası ve YARSAV'ın oluşturduğu ortak liste ile aralarında cemaate yakın isimlerin de olduğu bağımsız adaylar yarışacak. Bu yarışın sonucu kendisini sadece yargının mesleki örgütünde ve pratiklerinde değil, belki de daha çok ülkenin siyasi kaderinde gösterecek.
Türkiye'de AKP'nin 2002'de iktidar olmasından bu yana yargının siyasallaşması tartışmaları hiç bitmedi. Uzun tartışmalardan sonra ortaya parlak bir sonucun çıktığını da söyleyemeyiz. Yargının siyasi operasyonların aracı olduğu ve iktidar bloklarının siyasi hedefleri doğrultusunda soruşturma ve operasyonlara imza attığı artık kamuoyunda genel kabul gören bir görüş haline geldi. 12 Eylül darbe dönemi, ardından hukuk devletinin faili meçhuller ve şiddet sarmalında esamesinin okunmadığı 90'lar ve son dönemde yaşananlar, bu kabulün boşa olmadığını da gösteriyor.
Siyaset ve hukuk ilişkisindeki bu durum, yargı mensupları arasındaki siyasi bölünmeyi de Avrupa'dakinden ya da diğer örneklerden farklı okunmasını zorunlu kılıyor. Batı'da da yargı bağımsızlığı bir paradigmadan ibaret görünse de, Türkiye'deki  siyasetle yargının güncel ve sıkı ilişkisi, yargının partizan ve/ya cemaat itaatkarlığıyla hareket etmesi, durumu bambaşka bir alana taşıyor.
Bu açıdan Türkiye'de adaleti, hukuku gerçekleştirmeye yönelmiş bir yargının olmadığına ilişkin görüşlerin son yıllarda revaçta olması, hatta 5 yargıcın "Türkiye'de Yargı Yoktur" isimli bir kitap yayınlanmaları kimseye şaşırtıcı gelmiyor. Gerçekten de Türkiye'de yargı diye bildiğimiz ve bağımsızlık atfettiğimiz kurum, aslında siyasi bir kurumdur, ve onun kararları da adaletin gerçekleşmesine yönelik hukuksal kararlar değil, çok büyük ölçüde siyasi bir çerçevede belirlenmiş ve daha çok "idari pratik" tanımına uyan uygulamaları ifade eden kararlardır. Kanunlar, Anayasa ve uluslararası sözleşmeler ancak siyasi iktidarı ya da yargıya hakim olan gücün projeksiyonu dışındaysa uygulama alanı bulur. Bu iş davalarında da ceza davalarında da siyasi davalarda da böyledir.
HSYK seçimlerinin siyasi partiler ve tabii siyasi bir parti gibi hareket eden cemaat arasındaki yarış ve koalisyonlarla ilerlediği söylemek gerekir. Hükümetin desteklediği Yargıda Birlik Platformundaki oluşumun parçaları bu açıdan hayli ilginç bir bileşimi temsil etmekte. Platformda AKP, CHP ve İP ve MHP'ye yakın adayların yer alması dikkate değer. YARSAV ve Yargıçlar Sendikası listesinin ise CHP'ye yakın olduğunu belirtmek bir sırrı ifşa anlamına gelmez. 2010 referandumu ve ardından yapılan HSYK seçimlerinin kilit örgütlerinden olan Demokrat Yargı ise sol ve liberallerin ilgi gösterdiği ve yargının en mütevazi üye sayısına sahip örgütü. Yargı için en güncel tehlikenin, seçim sürecindeki bazı oluşumların etnik, mezhepsel ve dinsel olarak ifade edilmesinin getirdiği iç parçalanma olduğunu söylemek artık kimseye abartılı bir değerlendirme gibi gelmiyor.
HSYK seçim süreci demokratik bir yarış olmaktan ziyade bir güç mücadalesi şeklinde geçti. Öyle ki kazananın kaybedeni bitirmeye ahdettiği bir seçim görünümü verdi. Kuşkusuz bu seçim cemaatle hükümetin kavgasında önemli bir dönüm noktası olacak. Cemaat kazanırsa yargıdaki gücü eliyle 2015 Haziranında yapılacak genel seçimler öncesinde hükümeti sıkıştıracak yargısal tasarrufların önü açılacak. Hükümet kanadı kazandığında ise cemaati yargıdan söküp atacak ceza ve disiplin soruşturmalarının yapılmasına kesin gözüyle bakılıyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder