10 Ekim 2014 Cuma

HDP, "Türkiyelileşme” ve Demirtaş*


KEMAL GÖKTAŞ

Cumhurbaşkanı'nı halkın seçmesine yönelik Anayasa değişikliklerinden sonra gerçekleşen ilk seçimde CHP ve MHP'nin temel amacı Recep Tayyip Erdoğan'ın Köşk'e çıkmasını önlemek olarak formüle edilmişti. İki partinin göstereceği ortak adayla Erdoğan'ın Köşk'e çıkmasını önleyecek bir oy oranının yakalanması umudu aslında matematiksel olarak mevcuttu ancak cemaatin 17 ve 25 Aralık yolsuzluk “operasyonlarına” rağmen AKP’nin 30 Mart seçimlerinde başarıyla çıkması muhalefette önemli bir demoralizasyon yaratmıştı. Bu durum, CHP ve MHP açısından ayrı adaylar çıkardıklarında seçim yarışında başarısız olma riskini ve korkusunu da beraberinde getirmişti. Anketler ve siyasi havanın da etkisiyle her iki parti daha seçimin ilk turunda Erdoğan karşısında ortak bir aday çıkarma konusunda kolaylıkla anlaştılar. Bunda olası bir başarısızlığın faturasını hiçbir parti tek başına üstlenmeyecek olmasının önemli bir etkisi vardı. 
Erdoğan’ın ilk turda seçimi kazanmaması için karşısındaki güçlü desteğe sahip adayların artması gerektiği gibi basit bir taktik dahi ihmal edilerek Türk-İslam sentezinin önemli isimlerinden Ekmeleddin İhsanoğlu’nun ortak aday olarak gösterilmesi, seçimin daha baştan kaybedildiğini ilan etmek anlamına geliyordu. İhsanoğlu’nun adaylığı ayrıca siyaset alanının İslamcı hegemonyaya tarafından da teslim alındığını gösteren bir manzarayı ortaya koyuyordu. Geçmişte Cumhurbaşkanlarının “Atatürkçü” olma zorunluluğu darbelere vesile olacak önemli bir “teamül” iken CHP’nin İhsanoğlu’nu aday göstermesi Cumhurbaşkanlarının “dindar” olması gerektiği yönündeki yeni bir kabule boyun eğişi de gösteriyordu.
İhsanoğlu’nun adaylığı CHP içindeki hem ulusalcı hem de “sol” kanadın tepkisini çekti. Ulusalcı kanat İhsanoğlu’nun adaylığına “İslami-dindar” kimliği nedeniyle karşı çıkarken “sol” kanat, İslamcı hegemonyaya teslim olmaya yönelik tepkinin yanı sıra Cumhurbaşkanlığı seçiminde “otoriter İslamcılığın” lideri konumundaki Erdoğan’ın karşısına çıkarılacak adayın “özgürlükçü ve demokrat” olması gerektiğini savunuyordu. Fethullah Gülen cemaatinin de dahli olduğu anlaşılan İhsanoğlu’nun aday gösterilme sürecinin parti tabanından gizli yürütülmesi de iki kanadın da tepkilerini büyütüyordu. Ancak İhsanoğlu’nun adaylığına karşı çıkan grupların başka bir aday gösterememesi nedeniyle bu kanatların temsil ettiği kitle tabanında da Cumhurbaşkanlığı seçimine yönelik tepki daha en baştan kuruldu.
HDP’nin İhsanoğlu’nun adaylığı karşısında gösterdiği ilk tutum, eski Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi yargıcı ve İzmir milletvekili Rıza Türmen’e adaylık önerisinde bulunması oldu. Bu adaylık teklifi, Türmen’in kabul etmesi beklentisinden ziyade, HDP’nin sosyal demokrat tabana yönelik önemli bir mesajı oldu ve başarılı bir taktik olarak Selahattin Demirtaş’ın adaylığının da zeminini güçlendirdi.
Gerçekten de HDP’de, CHP ve MHP’nin ortak adayının açıklanmasından önce kadın aday gösterme eğilimi güçlüyken İhsanoğlu’nun adaylığıyla Alevilerin ve sosyal demokratların yaşadığı hayal kırıklığının HDP’nin şansını artıracağı umudu ile yeni arayışlar başladı. Seçim kampanyasında kitlelere ulaşabilecek siyasi vizyonu güçlü bir kadın adayın ortaya çıkamayışı da HDP’de Demirtaş adının öne çıkmasına yol açtı. Demirtaş, BDP Eş Genel Başkanlığı dönemindeki performansı ile hem kendi tabanında büyük bir güç elde etmiş hem de BDP’yi “düşman” olarak gören zihinlerde dahi önce örtülü ve giderek daha açıktan ifade edilmeye başlayan bir sempati kazanmayı başarmıştı.
İhsanoğlu’nun adaylığı karşısında hayal kırıklığı yaşayanlar sadece CHP içindeki bazı gruplar olmamıştı. Erdoğan’a karşı CHP’nin çıkaracağı adayı örtülü de olsa desteklemeye hazır sosyalist solun önemli bir kesimi de İhsanoğlu’nun adaylığı karşısında ciddi bir bocalama yaşadı. Bu parti ve grupların önünde artık HDP’nin çıkaracağı adayı desteklemek veya seçimleri boykot etmek seçenekleri kalmıştı. HDP ile yapılan görüşmelerde gösterilecek adayın HDP dışındaki bir isim olması yönünde öneri götüren grupların yanı sıra bu görüşmelerde göstermelik olarak yer alan ve tutumunu baştan “boykot” olarak belirleyen yapılar da vardı. Sonuçta bu gruplar, seçimlerde Demirtaş’ı desteklemeyerek Kürt siyasi hareketi ile 
ilişkilenmekten kaçınmanın ulaştığı boyutu da ortaya koymuş oldular.
HDP ise İhsanoğlu’nun adaylığı ile boşluğa düşen sol oyları kendisine çekebilme umudundaydı ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin kendine özgü niteliği, bu olasılığı güçlü biçimde ortaya çıkarıyordu. Milletvekili veya belediye seçimlerinden farklı olarak yerel beklentilerin olmadığı Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde adayın kamuoyu önünde göstereceği performansın oldukça önemli olacağı da hesaba katılarak bu konuda HDP’de kendisini ispatlamış tek isim olan Selahattin Demirtaş ismi üzerinde uzlaşıldı.
HDP, henüz yeni kurulduktan sonra girdiği ilk seçimler olan 30 Mart mahalli idareler seçiminde umduğu çıkışı yakalayamamıştı. Örgütsel yetersizliklerin yanı sıra HDP, BDP’den farklı bir siyaset ürettiği konusunda da kamuoyunda bir izlenim yaratamamıştı. Demirtaş, HDP’nin Cumhurbaşkanlığı seçiminden beklentilerini karşılayacak tek aday olarak öne çıktı ve seçim döneminde hem HDP’nin hem kendisinin etkisini önemli ölçüde artırarak bu tercihin ne kadar isabetli olduğunu da ortaya koymuş oldu.

Aleviler ve HDP

Demirtaş’ın ve HDP’nin seçim stratejisinin en önemli hedefi Alevilerin ve solcuların oylarını çekebilmekti.  CHP’nin İhsanoğlu’nu aday göstermesinin yarattığı tepkinin yanı sıra, AKP iktidarı döneminde Alevilere karşı artan baskı ve ayrımcılık politikalarına CHP’nin önemli bir cevap üretmemiş olması da geniş Alevi kitleleri açısından HDP’nin belki de ilk defa bir seçenek olarak gündeme alınmasına yol açtı. Ancak HDP’nin en önemli bileşeni olan Kürt siyasi hareketinin temsilcisi BDP’nin Alevilerle olan ilişkilerindeki sıkıntılı alanların tam olarak aşılamaması nedeniyle Aleviler yine büyük ölçüde İhsanoğlu’na oy verse de önceki seçimlerde tek haneli olarak ifade edilen Kürt siyasi hareketinin partilerine yönelik desteklerinde oransal bir sıçrama yaşandığı da gözlerden kaçmadı. Seçimden sonra yapılan anketlerde Alevilerin kullandıkları oylar açısından önemli veriler ortaya çıktı. Araştırmacı Adil Gür’ün 14 Ağustos tarihli Milliyet gazetesinde açıkladığı verilere göre, Alevi seçmenin yüzde 68’i İhsanoğlu’na oy vermişti. Ancak asıl kırılma Alevi Kürtler’de yaşanmış ve Alevi Kürt seçmenin yüzde 53.6’sı Demirtaş’a oy vermişti. Özellikle Dersim, Adıyaman, Malatya, Erzincan hattındaki seçim sonuçları da anketlerdeki bu verilerin tutarlılığını teyit ediyordu. Ancak aşağıda değineceğimiz üzere daha önce CHP’ye oy veren Kürt Alevilerin Demirtaş’a bu yönelişlerinin genel sol oyların yönelişinden farklı olarak Demirtaş’ın daha önce BDP’ye oy vermeyen Kürtlerden aldığı oyları artırması bağlamında da okunması gerektiğini  düşünmek gerekir. Yani Alevi Kürtlerin desteğinin “Alevi” oylarının artmasından ziyade “Kürt” oyların artması olarak okunmasını mümkün kılan bir zemin de mevcuttur.
Kürt siyasi hareketinin, son dönemde, özellikle HDP projesi ile birlikte Alevilere yönelik özel ilgisinin karşılık bulup bulmayacağına ilişkin tarihsel bir takım dezavantajlara dikkat çekmek gerekir. “Kürt hareketi olduğu kadar Alevi hareketi de olduğu” iddiasında bulunan Kürt ulusal hareketinin yönetici ve militan kadrolarındaki Alevi kökenlilerinin sayıca çokluğuna rağmen Alevilerin Kürt ulusal hareketine desteği hep sınırlı kaldı. Özellikle sınır hattındaki illerde Maraş, Malatya, Adıyaman, Erzincan’daki Alevilerin siyasi tercihleri daha çok Türkiye sol hareketleri olurken seçimlerdeki siyasi tercihleri de CHP olmaya devam etti.
Her ne kadar Kürt siyasi hareketi seküler bir hareket olmasına ve kadın sorunu başta olmak üzere muhafazakar – dindar tabanını dönüştürmekte olağanüstü başarılar gösterse de tabanın söz konusu karakteri nedeniyle Alevilere ulaşmakta büyük güçlük çekti.
1990’lı yılların başında devletin PKK’ya karşı Hizbullah kartını oynamaya başlamasından itibaren Kürt siyasi hareketi de dindar kitleleri kaybetmemek için din konusunda Türkiye sol hareketinin yabancısı olduğu ama büyük ölçüde kitlesini başarıyla tutan bir hatta kalmaya çalıştı. Abdullah Öcalan’ın, 1990’lı yılların başında kaleme aldığı “Din Sorununa Devrimci Yaklaşım” isimli kitabında formüle edilen bu yaklaşım, dinin doğuş koşullarında sahip olduğu “devrimci” içeriği tarih üstü bir yaklaşımla günümüze taşıyor ve ulusal hareketle din arasında yeni bir ilişki kuruyordu. Türkiye sol hareketleri tarafından “Kürt-İslam sentezi” olarak eleştirilen Kürt ulusal hareketinin bu yaklaşımındaki temel hedef, din konusunun ulusal hareketin siyaset alanını daraltmasına izin vermemesiydi ve bu strateji büyük ölçüde başarılı oldu.  Ulusal hareketin dinle ilişkisi, seküler çizgisini muhafaza eden ve kadın sorunu gibi kritik alanlarda toplumsal dönüşümün itici gücü olan, ancak dindar tabanının beklentilerinden uzaklaşmayan bir çizgide yer aldı.
Hareketin dinle bağlantılı konularda, türban başta olmak üzere Alevilerin beklentilerini karşılamaktan uzak bir çizgisi de oldu. Alevilerin tarihsel ötekisi olarak Sünniliğin Kürt ulusal hareketinin kitle tabanının büyük çoğunluğunu oluşturması da aradaki psikolojik mesafeyi büyük ölçüde arttırdı.
Kürt ulusal hareketi de Türkiye solunun yaptığı hataya benzer biçimde Alevilerin taleplerini, ulusal hareketin ihtiyaçları karşısında çoğunlukla tali gördü. Cemevlerinin statüsü, zorunlu din eğitimi,  ayrımcılık gibi konularda Alevilerin taleplerinin desteklendiği sık sık Kürt siyasi hareketinin sözcüleri tarafından vurgulansa da bütün bunlardan önce gelen ulusal hareketin ihtiyaçlarıydı ve politik söylemin ana hattında, Alevileri de Kürt ulusal kimliğinin kuruluşuna tabi kılmak arzusu baskın biçimde yer alıyordu. Oysa hangi etnik kökene sahip olursa olsun Alevilerin tarihten bu yana “Sünni iktidar” odakları tarafından yaşadıkları kıyımlar nedeniyle önceledikleri kimlik, etnik aidiyetlerinden önce inançları yani Alevi kimliği olmuştur. Kürt ulusal hareketinin “Kürt kimliği” vurgusunun öncelenmesi gerektiği tezi özellikle Dersim’de siyasi ve bazı durumlarda askeri çatışma boyutuna varan gerilimlere sahne olurken Kürt ulusal hareketinin temsilcilerinin zaman zaman Alevilere yönelik “Stockholm sendromu” ifadesinde örneğini bulan ağır suçlamaları dahi yaşanmasına neden olmuştur.
Kimlik tartışmaları ekseninde yaşanan bu gerilime, Alevilerin (anlaşılır kabul edilmesi gereken) tarihsel (ön)yargıları ve Kürt siyasi hareketinin kitle tabanından kaynaklanan bazı politikalarını da eklemek gerekir. Ortadoğu’da ve bölgede siyasi İslam’ın artan gücü, siyasi İslam’la çevrelenmiş coğrafi ve sosyal zeminde ciddi güçlükler yaşayan Kürt siyasi hareketini din konusunda yeni toplumsal-politik tutumlar geliştirmeye mecbur bırakmıştır. Kadrosal düzeyde sahip olunan anlayış öteden beri “laiklik-sekülerlik” konularında klasik sol-sosyalist argümanlara daha yakın olmasına rağmen toplumsal hayatta oldukça önemli bir yeri olan dinin siyasi alanda da güçlenmesinin de etkisiyle hareketi din konusunda oldukça dinamik tutumlar almaya itti. Bir dönemin “Kürdistan İmamlar Birliği” deneyiminin yerini oldukça önemli bir sivil itaatsizlik eylemi olan “sivil Cuma direnişleri”ne bıraktı. Demokratik İslam Kongresi, Kutlu Doğum etkinlikleri gibi bölgede gelişen ve Kürt gençler arasında da yaygınlaşan Selefi-cihatçı anlayışlara set çekmeye yönelik pratikler, siyasi İslam’ın iki farklı ama akraba versiyonunu ifade eden AKP ve Hüda-Par’ın bölgede baskın güç haline gelmelerini önlemeye yönelik başarılı politikaları da ifade ediyordu. İşte Kürt siyasi hareketinin çoğunlukla zorunlu olarak devreye soktuğu bu politikaların Alevi kitlelerle makasın açılmasına neden olduğunu da söylemek gerekir. 

Sol oylar

Demirtaş’ın Aleviler dışındaki ikinci hedef kitlesi sosyal demokrat ve sosyalist oyları alabilmekti. HDP bileşenleri arasında yer alan Türkiye sol hareketi içinde ifade edilen parti ve grupların kitlesel desteğinin oldukça cılız olması ve 30 Mart seçimlerinde Erdoğan karşıtlığı üzerinden ortaya çıkan kutuplaşma ortamının da etkisiyle HDP’nin Kürt seçmen dışında pek destek görmemiş olması önemli dezavantajlardı. Henüz HDP’nin parti olarak kurulmadığı günlerde yaşansa da Gezi isyanıyla ilgili BDP’nin ikincikli tutumu da solun HDP’ye yönelik mesafeli tutumunu artırıyordu.
Ancak İhsanoğlu’nun adaylığı koşullarında hayal kırıklığı yaşayan solun Demirtaş’a yönelmesi ciddi bir olasılıktı ve Demirtaş seçim kampanyası süresince Gezi isyanını sahiplenen tutumu ve sadece sol seçmen değil, genel seçmen kitlesi üzerinde olumlu bir intiba bırakan ve sempati yaratan “barışçı, çoğulcu, demokratik” ilkeler etrafında ördüğü kampanyası ile bu dezavantajları kısa sürede silmeyi başardı. Çözüm sürecinin ürünü olan çatışmasızlık ortamı ve Gezi isyanı ile önü açılan Kürt sorununun kamusal alanda daha çok tartışılması ve “empati” belirtileri de Demirtaş’ın görünürlüğünü artırdı. Demirtaş’ın aldığı oyların önemli bölümü yine Kürt seçmenden gelmesine rağmen hem yüzde 11 olarak ifade edilen “Kürt olmayan seçmen” oyu hem de oya dönüşmese de Demirtaş’a yönelik “sempati” HDP açısından seçim döneminin önemli başarılarından biri olarak kayda geçti.

Türkiyelileşme mi?

Bu orana rağmen HDP'nin Cumhurbaşkanı adayı olarak seçime giren HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş'ın aldığı oylar analiz edildiğinde ortaya çıkan sonuç, genellikle düşünülenin aksine, HDP'nin oy artışını "Türk" seçmenlerdeki değil yine "Kürt" seçmenlerdeki artışa borçlu olduğunu ortaya çıkarıyor. Bu, "Türkiyelileşme" perspektifi olarak ifade edilen yönelimin esasen "Kürdistan sorunu" olarak kalan meselenin artık giderek daha fazla "Kürt sorununa" dönüşme eğiliminde olduğuna dair de önemli ipuçları veriyor. Meselenin Kürt sorunu olarak ifade edilmeye başlaması ve bir coğrafi sınırı aşması hali, yani mekansal olarak genişlemesi, diğer toplumsal muhalefet kesimleri ile ittifak olanaklarını da daha çok artıyor. 
Gerçekten de metropollerdeki oy artışının büyük ölçüde daha önce CHP veya AKP'ye oy veren Kürt seçmenlerin Cumhurbaşkanlığı seçiminde Selahattin Demirtaş'a oy vermesinin yanı sıra 81 ilin 80'inde yüzde 1'in üzerinde oy alması birlikte okunduğunda bu ittifakın da cılız da olsa temellerinin atılmaya başladığını ifade etmek gerekir. 

Seçim sonuçlarının analizi

Cumhurbaşkanlığı seçiminden sadece 4.5 ay önce yapılan mahalli idareler seçiminde BDP ve HDP’nin aldığı sonuçlar ile Selahattin Demirtaş’ın aldığı oyların karşılaştırılması çarpıcı bazı sonuçları ortaya koymaktadır. BDP ve HDP’nin birlikte girdiği 30 Mart’ta, belediye başkanlıkları seçimlerinde HDP ve BDP toplam yüzde 6.24 oy aldı.  Belediye meclisi seçimlerinde ise BDP 228 belediyede, HDP ise 312 belediyede aday gösterdi ve iki partinin toplam oy oranı yüzde 6.34 oldu. Nihayet büyükşehir olmayan 51 ildeki il genel meclisi seçimlerinde de BDP ve HDP’nin aldıkları oyların oranı yüzde 8.31 oldu. Büyükşehir belediyelerine bağlı ilçe belediye meclisi üyelikleri de göz önüne alındığında BDP-HDP’nin oy oranı yüzde 6.59, aldığı oy sayısı ise 2 milyon 961 430 oldu. Bu son oy oranı, niteliği itibariyle BDP-HDP’nin 30 Mart seçimlerinde aldığı oy olarak kabul edilebilir bir veri sunmaktadır. Cumhurbaşkanlığı seçiminde Selahattin Demirtaş’ın aldığı toplam yurt içi oyun 3 milyon 914 bin 359 olduğu ve bunun da yüzde 9.76 oy oranına tekabül ettiği göz önüne alındığında oy oranındaki yüzde 50 artış büyük bir seçim başarısı olarak değerlendirmek gerekir.
Demirtaş’ın verilen oylarla BDP-HDP’nin 30 Mart’ta aldığı oyların kıyaslaması ise Demirtaş’ın sağladığı artışın kaynağının esas olarak yine Kürt seçmenden kaynaklandığını ortaya koyuyor. Örneğin, Demirtaş’ın 30 Mart seçimlerine göre oylarının yüzde 10’un üzerinde arttığı ilçe sayısı 64 olmuştur. Bu ilçelerin Kocaeli Dilovası ve Çanakkale’nin Gökçeada ilçesi dışında tamamı Kürt illerindedir. Benzer şekilde oy azalması görülen 24 ilçenin de Hatay Samandağ hariç tamamı Kürt illerindedir. Bu son veri, 30 Mart seçimlerinin yerel niteliğine (adaylar, önceki belediyenin hizmetleri vs) bağlanabilir.
Demirtaş’ın oylarını en çok artırdığı il ise İstanbul oldu. İstanbul’dan 650 bin 653 oy alan Demirtaş, böylece 30 Mart’ta HDP’nin belediye meclisi üyelikleri için aldığı 426 bin 929 oyu yüzde 52,4 oranında artırdı. Demirtaş’ın oylarını artırdığı ilçelere bakıldığında Kürt seçmenlerin yoğun olarak yaşadığı ilçelerdeki artış oranının daha fazla olduğu görülmektedir. (Adalar  8,18 - Sancaktepe 7 - Esenyurt 6,95 -  Şişli  5,41 - Beyoğlu  5,14 - Başakşehir  4,52 - Küçükçekmece  4,12)
Benzer şekilde İzmir’de de 30 Mart seçimlerine göre 88 bin 747 daha fazla oy alarak yüzde 89 oy artışı sağlayan ve 188 bin 28 oy alan Demirtaş, yine en çok oy artışını Kürt seçmenin yoğunlaştığı ilçelerde sağlamıştır. (Menemen 8,72 - Torbalı 5,35 - Çiğli 5,21 - Bayraklı 4,86 - Karabağlar 4,55 - Konak 4,53, Buca  4,44, Bornova 4,36)
Ankara’da ise sol ve Alevi seçmenin Demirtaş’a yöneldiğini gösteren bir tablo vardır. Yerel seçimde 35 bin 661 olan oy Cumhurbaşkanlığı seçiminde 95 bin 33’e yükselmiş, artış oranı yüzde 266 olmuştur.
Oy artışının nedenleri
Demirtaş, daha önce yüzde 1'in altında olan il sayısını 40'dan 1'e düşürmüştür. "Yokluk" sınırı anlamına gelen yüzde 1 sınırının aynı zamanda psikolojik bir eşik olduğu dikkate alınırsa kongrelerini tamamlayarak örgütlenecek bir HDP'nin önümüzdeki seçimlerde tüm Türkiye'de seçim yarışının önemli bir aktörü olma potansiyeli taşıdığı ortaya çıkmıştır.
Demirtaş'ın yüzde 50'nin üzerinde oy aldığı 10 ilin tamamı Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde yer almaktadır. Demirtaş, bu bölgede BDP'nin daha önce görece güçsüz olduğu Ardahan, Adıyaman, Elazığ ve Gaziantep'te yüksek oy artışları sağlamış ve bu illerde yüzde 10 ile yüzde 25 arasında oy alarak HDP projesinin sadece Batı'da değil, Doğu'da da yeni bir çekim merkezi olma yolunda ilerlediğini göstermiştir.
Seçim sonuçlarına göre Demirtaşlı HDP büyükşehirlerde de önemli bir güç haline gelmiştir. İstanbul, İzmir, Kocaeli, Antalya ve Malatya'da yüzde 5-10 arasında seyreden Demirtaş oylarının Tekirdağ, Muğla, Denizli, Konya, Bilecik gibi illerde 3-5 bandında oy alması da dikkat çekicidir. Edirde, Balıkesir, Çanakkale, Eskişehir, Bartın, Artvin de de yüzde 2-3 bandında oy alan Demirtaş, daha önce HDP-BDP’nin varlık gösteremediği birçok ilde de yüzde 1-2 arasında oy almıştır.
30 Mart seçimlerinde BDP ve HDP, 970 ilçenin 336’sında belediye meclis üyeliği veya il genel meclis üyeliği için aday göstermemiştir. Cumhurbaşkanlığı seçiminde bu ilçelerden Demirtaş’a 86 bin 304 oy çıkmıştır. Yerel seçimde BDP ve HDP Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ndeki 23 ilde 1 milyon 936 bin oy almıştır. Demirtaş ise bu illerdeki oy sayısını 2 milyon 131 bine yükseltmiştir. Böylece Kürt illerindeki artış yaklaşık 200 bin olmuştur. Buna göre Demirtaş’ın Batı’da artırdığı oy sayısı ise 700 bin civarında gerçekleşmiştir. Bu artışın önemli bir bölümü metropollerdeki Kürtlerin oylarının HDP’ye yönelmesi ile sağlanırken diğer illerde de Alevi ve sol oyların HDP’ye yönelişi bakımından geçmiş seçimlerle kıyaslandığında bir hareketliliğin başladığını belirtmek gerekir.

EK TABLO

Demirtaş’ın yüzde 50’nin üzerinde oy aldığı iller: (Parantez içinde 30 Mart’taki oran var)
Şırnak:  83.2  (70.62), Hakkari: 82   (69,27), Diyarbakır: 64.2   (55.11), Ağrı: 61.3  (44.17), Muş: 61.2  (46.31), Batman: 60  (52.47), Van: 54.6 ( 53.14), Siirt: 54.1 (46,65), Dersim 52.3 (33,25)

Yüzde 30-50 arasında oy aldığı iller: Bitlis 43.8 (38.03), Iğdır 42.9 (43,38), Kars 32.9 (25,21), Bingöl 30.6 (21.65)

Yüzde 10-30 arasında aldığı iller: Şanlıurfa: 26.2 (30,51), Ardahan: 23.1 (16.32), Adıyaman: 15.2 (7.87), Mersin: 13.5 (9.65), Erzurum: 13.1 (6.23), Elazığ 10.9 (5.66), Adana: 10.6 (7.35), Gaziantep: 10.6 (6.22)

Yüzde 5-10 arasında aldığı iller: İstanbul: 9.1 (4.84), İzmir: 8.0 (3.37), Aydın: 7.0 (3.11), Yalova: 5.9(3.01), Manisa: 5.6 (2.45), Kocaeli: 5.5 (2.35), Antalya: 5.3 (2.31), Malatya: 5.3 (1.55), Kırşehir: 5.0 (2.08)

Yüzde 3-5 arasında aldığı iller: Tekirdağ: 4.4 (1.70), K.Maraş: 4.3 (1.29), Bursa: 4.2  (1.67), Muğla:  4.1 (1.56), Erzincan: 4.1 (1.42), Kilis: 3.8 (1.06),  Hatay: 3.6 ( 1.33), Ankara: 3.5 (0.87), Denizli: 3.3   (1.04), Konya: 3.1 (1.94)
Bilecik: 3.0 (0.78)

Yüzde 2-3 arasında aldığı iller: Edirne: 2.9 (0,72), Balıkesir:  2.9 (0.81), Osmaniye: 2.8 (1.28), Çanakkale: 2.7 (0.74), Eskişehir: 2.6 (0.67), Uşak: 2.5 (0.49), Bartın: 2.4 (0.43), Artvin: 2.4 (0.84), Kırklareli: 2.3 (0.66), Sakarya 2.3 (0.81), Burdur: 2.1 (0.28), Zonguldak: 2.0 (0.42)

Yüzde 1-2 arasında aldığı iller: Kayseri:  1.9  (0.34), Düzce: 1.8 (0.44), Sinop: 1.8 (0.41), Karaman: 1.7 (0,00), Isparta: 1.7 (0.29), Bolu: 1.6 (0.31), Çorum: 1.6 (0.40), Aksaray: 1.5 (0.48), Karabük: 1.4 (0.25), Samsun: 1.4 (0.20), Ordu: 1.4 (0.24), Nevşehir: 1.4 (0.27), Niğde: 1.4 (0.37), Kastamonu: 1.4 (0.00), Giresun: 1.4  (0.41), Afyon: 1.4 (0.11), Kırıkkale: 1.2  (0.00), Tokat: 1.2 (0.17), Trabzon: 1.2 (0.10), Sivas: 1.2 (0.16), Rize: 1.2 (0.21), Kütahya: 1.2  (0.11), Amasya: 1.2 (0.35), Gümüşhane: 1.1 (0.00), Çankırı: 1.0 (0.00), Yozgat: 1.0 (0.00).


Yüzde 1'in altı: Bayburt: 0.75 (0.00)


* Bu yazı, Ayrıntı Dergi'nin 6. sayısında yayımlanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder