12 Mart 2014 Çarşamba

Ergenekon: Özgürlük, adalet ve hukuk


Kemal GÖKTAŞ
Türkiye'deki siyasal dönüşümün başlangıç noktası olarak görülebilecek olan Ergenekon davasının en önemli özelliği, siyasi iradenin desteği ve yönlendirmesi ile açılmış olmasıydı. Soruşturmanın ilk günlerinde askeri vesayetin, darbe girişimlerinin, faili meçhullerin soruşturulacağı, Türkiye'nin "bağırsaklarını temizleyeceği" beklentisi vardı. Ama kısa sürede ortada bir yargısal faaliyetten çok muhaliflerin tasfiye edildiği bir "operasyon" olduğu gerçeği su yüzüne çıktı ve dava siyasi ve toplumsal kamplaşmanın önemli bir simgesi haline geldi.
Davaya ilişkin algıda kısa sürede yaşanan bu dönüşüm, davanın kamuoyu nezdinde "itibarsızlaşmasına", içerdiği birçok vahim suçun da görülmemesine giden yolu açtı. Mahkemenin verdiği çok ağır cezalara rağmen davayı "kadük" hale getiren ise cemaat-iktidar kavgası vesilesiyle ileri sürülen "kumpas" iddiaları oldu. Anayasa Mahkemesi'nin İlker Başbuğ ile ilgili kararının ardından sanıkların art arda tahliye edilmeleri de bu yüzden sürpriz olmadı.

Başbuğ kararı ve özel yetkili mahkemeleri kaldıran kanunun yürürlüğe girmesiyle davaya bakan mahkemenin kapatılması tahliyeler için uygun zemin yaratmıştı.
Tahliye başvurularını inceleyen ağır ceza mahkemelerinin büyük bölümü AYM'nin Başbuğ kararındaki "gerekçeli kararın yazımının 7 ayda bitmemesine" dayanarak tahliye kararları verdi. Bu yüzden tutuklulukta 5 yılını doldurmayan Hasan Iğsız gibi bazı sanıklar da tahliye edildi.
Bazı mahkemeler ise AYM'nin hem Başbuğ kararındaki görüşlerine hem de önceki birçok kararına aykırı biçimde, haklarında mahkumiyet kararı açıklanmasına rağmen sanıkların 5 yıldan fazla tutuklu kaldıkları gerekçesiyle tahliye kararları verdi. Oysa AYM, bu kararlarında, Yargıtay ve AİHM kararlarını da emsal göstererek mahkumiyet kararından sonra uzun tutukluluk nedeniyle tahliye kararı verilmeyeceğine hükmetmişti. Buna rağmen İbrahim Şahin, Alparslan Aslan, Dursun Çiçek, Boğaç Kaan Murathan hakkında tutuklulukta 5 yıllarını doldurdukları gerekçesiyle tahliye kararları verildi. "5 yıl kriteri" nedeniyle 19. Ağır Ceza Mahkemesi, Semih Tufan Gülaltay'ın tahliye talebini reddetti.

Dosyayı görmeden karar..

AYM gerekçeli kararın yazılmamasını tek başına ihlal olarak görmemiş, aynı zamanda Başbuğ'un Yüce Divan'da yargılanması talebinin "dayanaktan yoksun olmamasını" da dikkate almıştı. AYM'nin bu kararı, sanıkların tahliye talepleri incelenirken hukuksal durumunlarının ayrıntılı incenmesini gerektiriyordu. Mahkemeler AYM kararı doğrultusunda gerekli hukuksal incelemeleri yapsaydı örneğin Alparslan Arslan gibi suçüstü yapılan bir cinayet zanlısının tahliyesi de mümkün olmayacaktı.
Ama mahkemeler "tahliye"ye kilitlenmişti ve kararlar büyük ölçüde dosya incelenmeden verildi. Tahliye kararı veren hakimlerden Keskin Karakurt'un Ergenekon dosyasının kapsamlı olması nedeniyle "Avukatların verdikleri evraklar, tutanaklar, belgeler üzerinden tahliye taleplerini değerlendirdiklerini" açıklaması da "hukuksal" incelemenin düzeyi ile ilgili yeterince bilgi verdi. Davanın başlangıcında, polis fezlekelerini okumadan iddianame ve karara dönüştüren bir savcı-hakim varlığından söz edilirken, tahliyelerde dosyanın okunması bir yana dosya görülmeden karar verildiğini bizzat hakim itiraf ediyordu.
Ergenekon tahliyeleri, tıpkı davanın başlangıcında olduğu gibi "siyasi iradenin" yol göstericiliğinde tamamlanmış oldu. Mahkemeler kanunun, AYM kararlarının, emsallerin, içtihatların tartışıldığı yargısal pratikler yerine siyasetin ve zamanın ruhuna uygun kararlar verdi. Bu manzara bir kez daha hukukun sadece hukuka ve hukukçulara bırakılmadığı sistemin de deşifresi olarak kayıtlara geçti. Kazananın özgürlük ve hukuk olduğunu düşünenler az da olsa var muhakkak... Ama tahliyelerde izlenen yöntem, hepimizin özgürlüğünün de tutsaklığının da hiçbir kural tanımayan bir iradeye tabii olduğunu bir kez daha gösterdi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder