KEMAL
GÖKTAŞ
Cumhurbaşkanı'nı
halkın seçmesine yönelik Anayasa değişikliklerinden sonra gerçekleşen ilk
seçimde CHP ve MHP'nin temel amacı Recep Tayyip Erdoğan'ın Köşk'e çıkmasını
önlemek olarak formüle edilmişti. İki partinin göstereceği ortak adayla
Erdoğan'ın Köşk'e çıkmasını önleyecek bir oy oranının yakalanması umudu
aslında matematiksel olarak mevcuttu ancak cemaatin 17 ve 25 Aralık
yolsuzluk “operasyonlarına” rağmen AKP’nin 30 Mart seçimlerinde başarıyla
çıkması muhalefette önemli bir demoralizasyon yaratmıştı. Bu durum, CHP ve MHP
açısından ayrı adaylar çıkardıklarında seçim yarışında başarısız olma riskini
ve korkusunu da beraberinde getirmişti. Anketler ve siyasi havanın da etkisiyle
her iki parti daha seçimin ilk turunda Erdoğan karşısında ortak bir aday çıkarma
konusunda kolaylıkla anlaştılar. Bunda olası bir başarısızlığın faturasını
hiçbir parti tek başına üstlenmeyecek olmasının önemli bir etkisi vardı.
Erdoğan’ın ilk turda seçimi kazanmaması için karşısındaki güçlü desteğe sahip
adayların artması gerektiği gibi basit bir taktik dahi ihmal edilerek
Türk-İslam sentezinin önemli isimlerinden Ekmeleddin İhsanoğlu’nun ortak aday
olarak gösterilmesi, seçimin daha baştan kaybedildiğini ilan etmek anlamına
geliyordu. İhsanoğlu’nun adaylığı ayrıca siyaset alanının İslamcı hegemonyaya
tarafından da teslim alındığını gösteren bir manzarayı ortaya koyuyordu.
Geçmişte Cumhurbaşkanlarının “Atatürkçü” olma zorunluluğu darbelere vesile
olacak önemli bir “teamül” iken CHP’nin İhsanoğlu’nu aday göstermesi
Cumhurbaşkanlarının “dindar” olması gerektiği yönündeki yeni bir kabule boyun
eğişi de gösteriyordu.
İhsanoğlu’nun
adaylığı CHP içindeki hem ulusalcı hem de “sol” kanadın tepkisini çekti.
Ulusalcı kanat İhsanoğlu’nun adaylığına “İslami-dindar” kimliği nedeniyle karşı
çıkarken “sol” kanat, İslamcı hegemonyaya teslim olmaya yönelik tepkinin yanı
sıra Cumhurbaşkanlığı seçiminde “otoriter İslamcılığın” lideri konumundaki
Erdoğan’ın karşısına çıkarılacak adayın “özgürlükçü ve demokrat” olması
gerektiğini savunuyordu. Fethullah Gülen cemaatinin de dahli olduğu anlaşılan
İhsanoğlu’nun aday gösterilme sürecinin parti tabanından gizli yürütülmesi de
iki kanadın da tepkilerini büyütüyordu. Ancak İhsanoğlu’nun adaylığına karşı
çıkan grupların başka bir aday gösterememesi nedeniyle bu kanatların temsil
ettiği kitle tabanında da Cumhurbaşkanlığı seçimine yönelik tepki daha en
baştan kuruldu.
HDP’nin
İhsanoğlu’nun adaylığı karşısında gösterdiği ilk tutum, eski Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi yargıcı ve İzmir milletvekili Rıza Türmen’e adaylık
önerisinde bulunması oldu. Bu adaylık teklifi, Türmen’in kabul etmesi
beklentisinden ziyade, HDP’nin sosyal demokrat tabana yönelik önemli bir mesajı
oldu ve başarılı bir taktik olarak Selahattin Demirtaş’ın adaylığının da
zeminini güçlendirdi.
Gerçekten
de HDP’de, CHP ve MHP’nin ortak adayının açıklanmasından önce kadın aday
gösterme eğilimi güçlüyken İhsanoğlu’nun adaylığıyla Alevilerin ve sosyal
demokratların yaşadığı hayal kırıklığının HDP’nin şansını artıracağı umudu ile
yeni arayışlar başladı. Seçim kampanyasında kitlelere ulaşabilecek siyasi
vizyonu güçlü bir kadın adayın ortaya çıkamayışı da HDP’de Demirtaş adının öne
çıkmasına yol açtı. Demirtaş, BDP Eş Genel Başkanlığı dönemindeki performansı
ile hem kendi tabanında büyük bir güç elde etmiş hem de BDP’yi “düşman” olarak
gören zihinlerde dahi önce örtülü ve giderek daha açıktan ifade edilmeye
başlayan bir sempati kazanmayı başarmıştı.
İhsanoğlu’nun
adaylığı karşısında hayal kırıklığı yaşayanlar sadece CHP içindeki bazı gruplar
olmamıştı. Erdoğan’a karşı CHP’nin çıkaracağı adayı örtülü de olsa desteklemeye
hazır sosyalist solun önemli bir kesimi de İhsanoğlu’nun adaylığı karşısında
ciddi bir bocalama yaşadı. Bu parti ve grupların önünde artık HDP’nin
çıkaracağı adayı desteklemek veya seçimleri boykot etmek seçenekleri kalmıştı.
HDP ile yapılan görüşmelerde gösterilecek adayın HDP dışındaki bir isim olması
yönünde öneri götüren grupların yanı sıra bu görüşmelerde göstermelik olarak
yer alan ve tutumunu baştan “boykot” olarak belirleyen yapılar da vardı.
Sonuçta bu gruplar, seçimlerde Demirtaş’ı desteklemeyerek Kürt siyasi hareketi ile
ilişkilenmekten kaçınmanın ulaştığı boyutu da ortaya koymuş oldular.
HDP
ise İhsanoğlu’nun adaylığı ile boşluğa düşen sol oyları kendisine çekebilme
umudundaydı ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin kendine özgü niteliği, bu
olasılığı güçlü biçimde ortaya çıkarıyordu. Milletvekili veya belediye
seçimlerinden farklı olarak yerel beklentilerin olmadığı Cumhurbaşkanlığı
seçimlerinde adayın kamuoyu önünde göstereceği performansın oldukça önemli
olacağı da hesaba katılarak bu konuda HDP’de kendisini ispatlamış tek isim olan
Selahattin Demirtaş ismi üzerinde uzlaşıldı.
HDP,
henüz yeni kurulduktan sonra girdiği ilk seçimler olan 30 Mart mahalli idareler
seçiminde umduğu çıkışı yakalayamamıştı. Örgütsel yetersizliklerin yanı sıra
HDP, BDP’den farklı bir siyaset ürettiği konusunda da kamuoyunda bir izlenim
yaratamamıştı. Demirtaş, HDP’nin Cumhurbaşkanlığı seçiminden beklentilerini
karşılayacak tek aday olarak öne çıktı ve seçim döneminde hem HDP’nin hem
kendisinin etkisini önemli ölçüde artırarak bu tercihin ne kadar isabetli
olduğunu da ortaya koymuş oldu.
Aleviler
ve HDP
Demirtaş’ın
ve HDP’nin seçim stratejisinin en önemli hedefi Alevilerin ve solcuların
oylarını çekebilmekti. CHP’nin
İhsanoğlu’nu aday göstermesinin yarattığı tepkinin yanı sıra, AKP iktidarı
döneminde Alevilere karşı artan baskı ve ayrımcılık politikalarına CHP’nin
önemli bir cevap üretmemiş olması da geniş Alevi kitleleri açısından HDP’nin
belki de ilk defa bir seçenek olarak gündeme alınmasına yol açtı. Ancak HDP’nin
en önemli bileşeni olan Kürt siyasi hareketinin temsilcisi BDP’nin Alevilerle
olan ilişkilerindeki sıkıntılı alanların tam olarak aşılamaması nedeniyle
Aleviler yine büyük ölçüde İhsanoğlu’na oy verse de önceki seçimlerde tek
haneli olarak ifade edilen Kürt siyasi hareketinin partilerine yönelik
desteklerinde oransal bir sıçrama yaşandığı da gözlerden kaçmadı. Seçimden
sonra yapılan anketlerde Alevilerin kullandıkları oylar açısından önemli
veriler ortaya çıktı. Araştırmacı Adil Gür’ün 14 Ağustos tarihli Milliyet
gazetesinde açıkladığı verilere göre, Alevi
seçmenin yüzde 68’i İhsanoğlu’na oy vermişti. Ancak asıl kırılma Alevi
Kürtler’de yaşanmış ve Alevi Kürt seçmenin yüzde 53.6’sı Demirtaş’a oy
vermişti. Özellikle Dersim, Adıyaman, Malatya, Erzincan hattındaki seçim
sonuçları da anketlerdeki bu verilerin tutarlılığını teyit ediyordu. Ancak aşağıda değineceğimiz üzere daha önce CHP’ye
oy veren Kürt Alevilerin Demirtaş’a bu yönelişlerinin genel sol oyların
yönelişinden farklı olarak Demirtaş’ın daha önce BDP’ye oy vermeyen Kürtlerden
aldığı oyları artırması bağlamında da okunması gerektiğini düşünmek gerekir. Yani Alevi Kürtlerin
desteğinin “Alevi” oylarının artmasından ziyade “Kürt” oyların artması olarak
okunmasını mümkün kılan bir zemin de mevcuttur.
Kürt
siyasi hareketinin, son dönemde, özellikle HDP projesi ile birlikte Alevilere
yönelik özel ilgisinin karşılık bulup bulmayacağına ilişkin tarihsel bir takım
dezavantajlara dikkat çekmek gerekir. “Kürt hareketi olduğu kadar Alevi
hareketi de olduğu” iddiasında bulunan Kürt ulusal hareketinin yönetici ve
militan kadrolarındaki Alevi kökenlilerinin sayıca çokluğuna rağmen Alevilerin
Kürt ulusal hareketine desteği hep sınırlı kaldı. Özellikle sınır hattındaki
illerde Maraş, Malatya, Adıyaman, Erzincan’daki Alevilerin siyasi tercihleri
daha çok Türkiye sol hareketleri olurken seçimlerdeki siyasi tercihleri de CHP
olmaya devam etti.
Her
ne kadar Kürt siyasi hareketi seküler bir hareket olmasına ve kadın sorunu
başta olmak üzere muhafazakar – dindar tabanını dönüştürmekte olağanüstü
başarılar gösterse de tabanın söz konusu karakteri nedeniyle Alevilere
ulaşmakta büyük güçlük çekti.
1990’lı
yılların başında devletin PKK’ya karşı Hizbullah kartını oynamaya başlamasından
itibaren Kürt siyasi hareketi de dindar kitleleri kaybetmemek için din
konusunda Türkiye sol hareketinin yabancısı olduğu ama büyük ölçüde kitlesini
başarıyla tutan bir hatta kalmaya çalıştı. Abdullah Öcalan’ın, 1990’lı yılların
başında kaleme aldığı “Din Sorununa Devrimci Yaklaşım” isimli kitabında formüle
edilen bu yaklaşım, dinin doğuş koşullarında sahip olduğu “devrimci” içeriği
tarih üstü bir yaklaşımla günümüze taşıyor ve ulusal hareketle din arasında
yeni bir ilişki kuruyordu. Türkiye sol hareketleri tarafından “Kürt-İslam
sentezi” olarak eleştirilen Kürt ulusal hareketinin bu yaklaşımındaki temel
hedef, din konusunun ulusal hareketin siyaset alanını daraltmasına izin
vermemesiydi ve bu strateji büyük ölçüde başarılı oldu. Ulusal hareketin dinle ilişkisi, seküler
çizgisini muhafaza eden ve kadın sorunu gibi kritik alanlarda toplumsal
dönüşümün itici gücü olan, ancak dindar tabanının beklentilerinden uzaklaşmayan
bir çizgide yer aldı.
Hareketin
dinle bağlantılı konularda, türban başta olmak üzere Alevilerin beklentilerini
karşılamaktan uzak bir çizgisi de oldu. Alevilerin tarihsel ötekisi olarak
Sünniliğin Kürt ulusal hareketinin kitle tabanının büyük çoğunluğunu
oluşturması da aradaki psikolojik mesafeyi büyük ölçüde arttırdı.
Kürt
ulusal hareketi de Türkiye solunun yaptığı hataya benzer biçimde Alevilerin
taleplerini, ulusal hareketin ihtiyaçları karşısında çoğunlukla tali gördü.
Cemevlerinin statüsü, zorunlu din eğitimi,
ayrımcılık gibi konularda Alevilerin taleplerinin desteklendiği sık sık
Kürt siyasi hareketinin sözcüleri tarafından vurgulansa da bütün bunlardan önce
gelen ulusal hareketin ihtiyaçlarıydı ve politik söylemin ana hattında,
Alevileri de Kürt ulusal kimliğinin kuruluşuna tabi kılmak arzusu baskın
biçimde yer alıyordu. Oysa hangi etnik kökene sahip olursa olsun Alevilerin
tarihten bu yana “Sünni iktidar” odakları tarafından yaşadıkları kıyımlar
nedeniyle önceledikleri kimlik, etnik aidiyetlerinden önce inançları yani Alevi
kimliği olmuştur. Kürt ulusal hareketinin “Kürt kimliği” vurgusunun öncelenmesi
gerektiği tezi özellikle Dersim’de siyasi ve bazı durumlarda askeri çatışma
boyutuna varan gerilimlere sahne olurken Kürt ulusal hareketinin
temsilcilerinin zaman zaman Alevilere yönelik “Stockholm sendromu” ifadesinde
örneğini bulan ağır suçlamaları dahi yaşanmasına neden olmuştur.
Kimlik
tartışmaları ekseninde yaşanan bu gerilime, Alevilerin (anlaşılır kabul
edilmesi gereken) tarihsel (ön)yargıları ve Kürt siyasi hareketinin kitle
tabanından kaynaklanan bazı politikalarını da eklemek gerekir. Ortadoğu’da ve
bölgede siyasi İslam’ın artan gücü, siyasi İslam’la çevrelenmiş coğrafi ve
sosyal zeminde ciddi güçlükler yaşayan Kürt siyasi hareketini din konusunda
yeni toplumsal-politik tutumlar geliştirmeye mecbur bırakmıştır. Kadrosal
düzeyde sahip olunan anlayış öteden beri “laiklik-sekülerlik” konularında
klasik sol-sosyalist argümanlara daha yakın olmasına rağmen toplumsal hayatta
oldukça önemli bir yeri olan dinin siyasi alanda da güçlenmesinin de etkisiyle
hareketi din konusunda oldukça dinamik tutumlar almaya itti. Bir dönemin
“Kürdistan İmamlar Birliği” deneyiminin yerini oldukça önemli bir sivil
itaatsizlik eylemi olan “sivil Cuma direnişleri”ne bıraktı. Demokratik İslam
Kongresi, Kutlu Doğum etkinlikleri gibi bölgede gelişen ve Kürt gençler
arasında da yaygınlaşan Selefi-cihatçı anlayışlara set çekmeye yönelik
pratikler, siyasi İslam’ın iki farklı ama akraba versiyonunu ifade eden AKP ve
Hüda-Par’ın bölgede baskın güç haline gelmelerini önlemeye yönelik başarılı
politikaları da ifade ediyordu. İşte Kürt siyasi hareketinin çoğunlukla zorunlu
olarak devreye soktuğu bu politikaların Alevi kitlelerle makasın açılmasına
neden olduğunu da söylemek gerekir.
Sol
oylar
Demirtaş’ın
Aleviler dışındaki ikinci hedef kitlesi sosyal demokrat ve sosyalist oyları
alabilmekti. HDP bileşenleri arasında yer alan Türkiye sol hareketi içinde
ifade edilen parti ve grupların kitlesel desteğinin oldukça cılız olması ve 30
Mart seçimlerinde Erdoğan karşıtlığı üzerinden ortaya çıkan kutuplaşma
ortamının da etkisiyle HDP’nin Kürt seçmen dışında pek destek görmemiş olması
önemli dezavantajlardı. Henüz HDP’nin parti olarak kurulmadığı günlerde yaşansa
da Gezi isyanıyla ilgili BDP’nin ikincikli tutumu da solun HDP’ye yönelik
mesafeli tutumunu artırıyordu.
Ancak
İhsanoğlu’nun adaylığı koşullarında hayal kırıklığı yaşayan solun Demirtaş’a
yönelmesi ciddi bir olasılıktı ve Demirtaş seçim kampanyası süresince Gezi
isyanını sahiplenen tutumu ve sadece sol seçmen değil, genel seçmen kitlesi
üzerinde olumlu bir intiba bırakan ve sempati yaratan “barışçı, çoğulcu,
demokratik” ilkeler etrafında ördüğü kampanyası ile bu dezavantajları kısa
sürede silmeyi başardı. Çözüm sürecinin ürünü olan çatışmasızlık ortamı ve Gezi
isyanı ile önü açılan Kürt sorununun kamusal alanda daha çok tartışılması ve
“empati” belirtileri de Demirtaş’ın görünürlüğünü artırdı. Demirtaş’ın aldığı
oyların önemli bölümü yine Kürt seçmenden gelmesine rağmen hem yüzde 11 olarak
ifade edilen “Kürt olmayan seçmen” oyu hem de oya dönüşmese de Demirtaş’a
yönelik “sempati” HDP açısından seçim döneminin önemli başarılarından biri
olarak kayda geçti.
Türkiyelileşme
mi?
Bu
orana rağmen HDP'nin Cumhurbaşkanı adayı olarak seçime giren HDP Eş Genel
Başkanı Selahattin Demirtaş'ın aldığı oylar analiz edildiğinde ortaya çıkan
sonuç, genellikle düşünülenin aksine, HDP'nin oy artışını "Türk"
seçmenlerdeki değil yine "Kürt" seçmenlerdeki artışa borçlu olduğunu
ortaya çıkarıyor. Bu, "Türkiyelileşme" perspektifi olarak ifade
edilen yönelimin esasen "Kürdistan sorunu" olarak kalan meselenin
artık giderek daha fazla "Kürt sorununa" dönüşme eğiliminde olduğuna
dair de önemli ipuçları veriyor. Meselenin Kürt sorunu olarak ifade edilmeye
başlaması ve bir coğrafi sınırı aşması hali, yani mekansal olarak genişlemesi,
diğer toplumsal muhalefet kesimleri ile ittifak olanaklarını da daha çok
artıyor.
Gerçekten
de metropollerdeki oy artışının büyük ölçüde daha önce CHP veya AKP'ye oy veren
Kürt seçmenlerin Cumhurbaşkanlığı seçiminde Selahattin Demirtaş'a oy vermesinin
yanı sıra 81 ilin 80'inde yüzde 1'in üzerinde oy alması birlikte okunduğunda bu
ittifakın da cılız da olsa temellerinin atılmaya başladığını ifade etmek
gerekir.
Seçim sonuçlarının analizi
Cumhurbaşkanlığı seçiminden sadece
4.5 ay önce yapılan mahalli idareler seçiminde BDP ve HDP’nin aldığı sonuçlar
ile Selahattin Demirtaş’ın aldığı oyların karşılaştırılması çarpıcı bazı
sonuçları ortaya koymaktadır. BDP ve HDP’nin birlikte girdiği 30 Mart’ta,
belediye başkanlıkları seçimlerinde HDP ve BDP toplam yüzde 6.24 oy aldı. Belediye meclisi seçimlerinde ise BDP 228
belediyede, HDP ise 312 belediyede aday gösterdi ve iki partinin toplam oy
oranı yüzde 6.34 oldu. Nihayet büyükşehir olmayan 51 ildeki il genel meclisi
seçimlerinde de BDP ve HDP’nin aldıkları oyların oranı yüzde 8.31 oldu.
Büyükşehir belediyelerine bağlı ilçe belediye meclisi üyelikleri de göz önüne
alındığında BDP-HDP’nin oy oranı yüzde 6.59, aldığı oy sayısı ise 2 milyon 961
430 oldu. Bu son oy oranı, niteliği itibariyle BDP-HDP’nin 30 Mart seçimlerinde
aldığı oy olarak kabul edilebilir bir veri sunmaktadır. Cumhurbaşkanlığı
seçiminde Selahattin Demirtaş’ın aldığı toplam yurt içi oyun 3 milyon 914 bin
359 olduğu ve bunun da yüzde 9.76 oy oranına tekabül ettiği göz önüne
alındığında oy oranındaki yüzde 50 artış büyük bir seçim başarısı olarak
değerlendirmek gerekir.
Demirtaş’ın verilen oylarla
BDP-HDP’nin 30 Mart’ta aldığı oyların kıyaslaması ise Demirtaş’ın sağladığı
artışın kaynağının esas olarak yine Kürt seçmenden kaynaklandığını ortaya
koyuyor. Örneğin, Demirtaş’ın 30 Mart seçimlerine göre oylarının yüzde 10’un
üzerinde arttığı ilçe sayısı 64 olmuştur. Bu ilçelerin Kocaeli Dilovası ve
Çanakkale’nin Gökçeada ilçesi dışında tamamı Kürt illerindedir. Benzer şekilde
oy azalması görülen 24 ilçenin de Hatay Samandağ hariç tamamı Kürt
illerindedir. Bu son veri, 30 Mart seçimlerinin yerel niteliğine (adaylar,
önceki belediyenin hizmetleri vs) bağlanabilir.
Demirtaş’ın oylarını en çok
artırdığı il ise İstanbul oldu. İstanbul’dan 650 bin 653 oy alan Demirtaş,
böylece 30 Mart’ta HDP’nin belediye meclisi üyelikleri için aldığı 426 bin 929
oyu yüzde 52,4 oranında artırdı. Demirtaş’ın oylarını artırdığı ilçelere
bakıldığında Kürt seçmenlerin yoğun olarak yaşadığı ilçelerdeki artış oranının
daha fazla olduğu görülmektedir. (Adalar
8,18 - Sancaktepe 7 - Esenyurt 6,95 - Şişli
5,41 - Beyoğlu 5,14 - Başakşehir 4,52 - Küçükçekmece 4,12)
Benzer şekilde İzmir’de de 30 Mart
seçimlerine göre 88 bin 747 daha fazla oy alarak yüzde 89 oy artışı sağlayan ve
188 bin 28 oy alan Demirtaş, yine en çok oy artışını Kürt seçmenin yoğunlaştığı
ilçelerde sağlamıştır. (Menemen 8,72 - Torbalı 5,35 - Çiğli 5,21 - Bayraklı
4,86 - Karabağlar 4,55 - Konak 4,53, Buca
4,44, Bornova 4,36)
Ankara’da ise sol ve Alevi seçmenin
Demirtaş’a yöneldiğini gösteren bir tablo vardır. Yerel seçimde 35 bin 661 olan
oy Cumhurbaşkanlığı seçiminde 95 bin 33’e yükselmiş, artış oranı yüzde 266
olmuştur.
Oy artışının nedenleri
Demirtaş, daha önce yüzde
1'in altında olan il sayısını 40'dan 1'e düşürmüştür. "Yokluk" sınırı
anlamına gelen yüzde 1 sınırının aynı zamanda psikolojik bir eşik olduğu
dikkate alınırsa kongrelerini tamamlayarak örgütlenecek bir HDP'nin önümüzdeki seçimlerde
tüm Türkiye'de seçim yarışının önemli bir aktörü olma potansiyeli taşıdığı
ortaya çıkmıştır.
Demirtaş'ın yüzde 50'nin
üzerinde oy aldığı 10 ilin tamamı Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde yer
almaktadır. Demirtaş, bu bölgede BDP'nin daha önce görece güçsüz olduğu
Ardahan, Adıyaman, Elazığ ve Gaziantep'te yüksek oy artışları sağlamış ve bu
illerde yüzde 10 ile yüzde 25 arasında oy alarak HDP projesinin sadece Batı'da
değil, Doğu'da da yeni bir çekim merkezi olma yolunda ilerlediğini
göstermiştir.
Seçim sonuçlarına göre
Demirtaşlı HDP büyükşehirlerde de önemli bir güç haline gelmiştir. İstanbul,
İzmir, Kocaeli, Antalya ve Malatya'da yüzde 5-10 arasında seyreden Demirtaş
oylarının Tekirdağ, Muğla, Denizli, Konya, Bilecik gibi illerde 3-5 bandında oy
alması da dikkat çekicidir. Edirde, Balıkesir, Çanakkale, Eskişehir, Bartın,
Artvin de de yüzde 2-3 bandında oy alan Demirtaş, daha önce HDP-BDP’nin varlık
gösteremediği birçok ilde de yüzde 1-2 arasında oy almıştır.
30 Mart seçimlerinde BDP ve HDP,
970 ilçenin 336’sında belediye meclis üyeliği veya il genel meclis üyeliği için
aday göstermemiştir. Cumhurbaşkanlığı seçiminde bu ilçelerden Demirtaş’a 86 bin
304 oy çıkmıştır. Yerel seçimde BDP ve HDP Doğu ve Güneydoğu Anadolu
Bölgesi’ndeki 23 ilde 1 milyon 936 bin oy almıştır. Demirtaş ise bu illerdeki
oy sayısını 2 milyon 131 bine yükseltmiştir. Böylece Kürt illerindeki artış
yaklaşık 200 bin olmuştur. Buna göre Demirtaş’ın Batı’da artırdığı oy sayısı
ise 700 bin civarında gerçekleşmiştir. Bu artışın önemli bir bölümü
metropollerdeki Kürtlerin oylarının HDP’ye yönelmesi ile sağlanırken diğer
illerde de Alevi ve sol oyların HDP’ye yönelişi bakımından geçmiş seçimlerle
kıyaslandığında bir hareketliliğin başladığını belirtmek gerekir.
EK TABLO
Demirtaş’ın
yüzde 50’nin üzerinde oy aldığı iller: (Parantez içinde 30 Mart’taki oran
var)
Şırnak: 83.2
(70.62), Hakkari: 82 (69,27),
Diyarbakır: 64.2 (55.11), Ağrı: 61.3 (44.17), Muş: 61.2 (46.31), Batman: 60 (52.47), Van: 54.6 ( 53.14), Siirt: 54.1
(46,65), Dersim 52.3 (33,25)
Yüzde
30-50 arasında oy aldığı iller: Bitlis 43.8 (38.03), Iğdır 42.9
(43,38), Kars 32.9 (25,21), Bingöl 30.6 (21.65)
Yüzde
10-30 arasında aldığı iller: Şanlıurfa: 26.2 (30,51), Ardahan:
23.1 (16.32), Adıyaman: 15.2 (7.87), Mersin: 13.5 (9.65), Erzurum: 13.1 (6.23),
Elazığ 10.9 (5.66), Adana: 10.6 (7.35), Gaziantep: 10.6 (6.22)
Yüzde
5-10 arasında aldığı iller: İstanbul: 9.1 (4.84), İzmir: 8.0 (3.37),
Aydın: 7.0 (3.11), Yalova: 5.9(3.01), Manisa: 5.6 (2.45), Kocaeli: 5.5 (2.35),
Antalya: 5.3 (2.31), Malatya: 5.3 (1.55), Kırşehir: 5.0 (2.08)
Yüzde
3-5 arasında aldığı iller: Tekirdağ: 4.4 (1.70), K.Maraş: 4.3 (1.29),
Bursa: 4.2 (1.67), Muğla: 4.1 (1.56), Erzincan: 4.1 (1.42), Kilis: 3.8
(1.06), Hatay: 3.6 ( 1.33), Ankara: 3.5
(0.87), Denizli: 3.3 (1.04), Konya: 3.1
(1.94)
Bilecik: 3.0 (0.78)
Yüzde
2-3 arasında aldığı iller: Edirne: 2.9 (0,72), Balıkesir: 2.9 (0.81), Osmaniye: 2.8 (1.28), Çanakkale:
2.7 (0.74), Eskişehir: 2.6 (0.67), Uşak: 2.5 (0.49), Bartın: 2.4 (0.43),
Artvin: 2.4 (0.84), Kırklareli: 2.3 (0.66), Sakarya 2.3 (0.81), Burdur: 2.1
(0.28), Zonguldak: 2.0 (0.42)
Yüzde
1-2 arasında aldığı iller: Kayseri:
1.9 (0.34), Düzce: 1.8 (0.44),
Sinop: 1.8 (0.41), Karaman: 1.7 (0,00), Isparta: 1.7 (0.29), Bolu: 1.6 (0.31),
Çorum: 1.6 (0.40), Aksaray: 1.5 (0.48), Karabük: 1.4 (0.25), Samsun: 1.4
(0.20), Ordu: 1.4 (0.24), Nevşehir: 1.4 (0.27), Niğde: 1.4 (0.37), Kastamonu:
1.4 (0.00), Giresun: 1.4 (0.41), Afyon:
1.4 (0.11), Kırıkkale: 1.2 (0.00),
Tokat: 1.2 (0.17), Trabzon: 1.2 (0.10), Sivas: 1.2 (0.16), Rize: 1.2 (0.21),
Kütahya: 1.2 (0.11), Amasya: 1.2 (0.35),
Gümüşhane: 1.1 (0.00), Çankırı: 1.0 (0.00), Yozgat: 1.0 (0.00).
Yüzde
1'in altı: Bayburt: 0.75 (0.00)
* Bu yazı, Ayrıntı Dergi'nin 6. sayısında yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder