30 Haziran 2014 Pazartesi

Yargıtay'dan Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi'ne "Kürdistan" ismini "değiştir" ihtarı

Kürdistan adına vize yok

KEMAL GÖKTAŞ

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi'ne (TKDP), "Kürdistan" kelimesini parti adından çıkarması için ihtar gönderdi. Başsavcılık, Siyasi Partiler Kanunu'na göre "ırk veya bölge" adlarıyla parti kurulamayacağını belirterek partiye ismini değiştirmesi için 15 gün süre verdi. Süre sonunda parti, "Kürdistan" kelimesini adından çıkarmadığı takdirde Anayasa Mahkemesi'ne başvurulacak.

29 Haziran 2014 Pazar

Ölümüne işkence cezasız kaldı



KEMAL GÖKTAŞ

İstanbul'da 2009 yılında üniversite öğrencisi M.Ç'yi Taksim'deki 1 Mayıs kutlamalarına katılmak istediği için gözaltına alarak öldüresiye döverek bayılttıkları ve öleceğinden korkularak köprü altına attıkları iddiasıyla yargılanan 4 polis beraat etti. Olaydan 5 yıl sonra sonuçlanan davada yargılanan sanık polislerin suçu işlemedikleri sonucuna varan mahkeme kararının ardından, ölümüne işkence olayı cezasız kaldı.

Bir mahkeme kararı üç önemli sonuç: İşkence, biber gazı ve polise direnme


KEMAL GÖKTAŞ

Gaziantep'te trafikteki bir tartışmaya müdahale eden polis ekiplerinin gözaltına aldığı bir ailenin karakolda gördüğü kötü muamelenin işkence suçunu oluşturacağı gerekçesiyle görevsizlik kararı veren Asliye Ceza Mahkemesi gerekçeli kararında oldukça çarpıcı değerlendirmeler yaptı. Kararda, Türk Ceza Kanunu'nda diğer ülkelerdeki işkence tanımlarından farklı olarak sadece suçu söyletmek için uygulanan ağır fiziki şiddetin değil, her türlü onur kırıcı ve aşağılayıcı muamelenin işkence sayıldığı belirtildi. Kararda ayrıca görev sınırını aşarak müdahale eden polisle vatandaşın kavgasının "görevli memura direnme" değil, iki vatandaş arasındaki kavga sayılacağına hükmedildi. Karardaki üçüncü önemli hüküm ise biber gazı kullanılmasının orantılı ve kurallara uygun olsa bile başlı başına işkence sayılacağı yönündeki değerlendirme oldu.


25 Haziran 2014 Çarşamba

Zaytung haberi gibi kararname: HSYK emekli savcıyı tayin etti



KEMAL GÖKTAŞ

Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun (HSYK) tartışma yaratan yaz kararnamesinde, emekli bir savcının "görev yerini değiştirdiği" ortaya çıktı. HSYK, 8 Mayıs'ta emeklilik dilekçesini kabul ettiği eski Eskişehir Cumhuriyet Savcısı Galip Karayazı'yı Tekirdağ Cumhuriyet Savcısı olarak atadı. Atamaya tepki gösteren meslektaşları ise "Zaytung şakası gibi kararname" dedi.

Askeri Mahkeme Başkanı'nın Roboski kararı itirazı: Adalete ve devlete zarar verir



KEMAL GÖKTAŞ

Roboski'de 34 kişinin hayatını kaybettiği bombardımanla ilgili olarak Hava Kuvetleri Komutanlığı Askeri Savcılığının verdiği takipsizlik kararına yapılan itiraz Hava Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Mahkemesi tarafından reddedildi. Ret kararı, Askeri Mahkeme Başkanı Hakim Albay Oğuz Pürtaş'ın karşı oyuyla, 1'e karşı 2 oyla alındı. İki üye bombardımana karar veren askeri yetkililerin kaçakçı olan grubu terörist sanma konusunda "kaçınılmaz bir hataya" düştüklerini  savundu. Kararda, bombardımanda hayatını kaybeden kişilerin "top atışlarına rağmen sınıra doğru ilerledikleri ve kaçakçı davranış ve tepkisinden ziyade terör örgütü davranışları sergiledikleri" belirtilerek bu durumun askeri yetkilileri hataya sürüklediği savunuldu. Karara karşı çıkan Mahkeme Başkanı Pürtaş ise kararın kamu vicdanını tatmin etmeyeceğini belirterek "Kısa vadede maslahata ve kamu yararına uygun gözükse de uzun vadede mülkün temeli olan adalet duygusuna ve devlete zarar vereceğini" belirtti.

21 Haziran 2014 Cumartesi

Bu da benim Radikal’im




Radikal adında bir gazete çıkacağını, üniversite öğrencisiyken gittiğim İzmir’de bilboardlardaki reklamlardan öğrenmiştim. Sezen Aksu ve Zeki Müren’in fotoğraflarını anımsıyorum, altında “O bir Radikal” yazısıyla… Doğan grubunun “solcu” bir gazete çıkarması tuhaf gelmişti. 90’lı yıllar, Kürt şehirlerinde devam eden savaş metropollere gözaltında kayıpların, yargısız infazların ve işkencenin ağırlıyla çökmüştü. Yarı askeri bir dönem yaşanıyordu ve devlet bütün acımasızlığıyla legal-illegal kurumlarıyla hayatı kabusa çevirmekte oldukça başarılıydı. Sol ise yine krizdeydi ve devrimci politika krizi aşarak kitleselleşme denemeleri yapıyordu. Böyle bir ortamda Radikal’in çıkışının devrimci yönelişi düzene kanalize edecek bir oyun olduğu konusunda hemfikirdik.

Böyle düşünüyorduk ama Radikal’e kayıtsız kalamadık. Radikal haberciliği, farklıydı ve her sabah Özgür Gündem ya da Evrensel’in yanı sıra Radikal’i de almadan edemiyorduk. Yurt odalarında, öğrenci evlerinde Radikal hızla herkesin ilk gazetesi olmayı başardı. Yıldırım Türker’in yazıları, Celal Başlangıç’ın röportajları, Adnan Keskin’in, Müjgan Halis’in, Ahmet Şık’ın haberleri “burjuva basın” içinden kopup gelen birer soluk oldu hayatımızda.

Ve sonra hukuk fakültesini bitirip, avukatlık yolunda ilerlerken tamamen tesadüf eseri Uğur Mumcu Vakfı’nın Araştırmacı Gazetecilik bursunu kazandım ve avukatlık stajının adliyelerde, avukatlık bürolarında geçirilecek sıkıntı zamanları yerine bursu alıp, vakfın sağladığı 3 aylık staj olanağını kullanmaya karar verdim. 3 ayın sonunda tabi ki avukatlık stajına dönecektim. O kadar hukuk okuyup gazeteci olacak değildim ya… Gazetecilik stajı için Radikal’i seçtim. Radikal’in bürosu kalabalıktı: Adnan Keskin, Soner Arıkanoğlu, Deniz Zeyrek, Ayşe Karabat, Güneş Gürson, Ayfer Selamoğlu, Canan Gedik, Hilal Köylü, Zihni Erdem, Ergün Aksoy, Tolga Akıner, İpek Karadağ… Hakkı Erdem haber müdürlüğü koltuğunu benim gittiğim günlerde İsmet Demirdöğen’e devretmiş, kendisi de Posta’da köşe yazıyordu. Temsilci, haftada bir Ankara’ya gelen İsmet Berkan’dı. Gazete bürolarında stajyerler kendileri bir hamle yapmadığı takdirde pek ilgilenilecek insanlardan sayılmaz. Ben de ilk bir hafta kimse konuşup sohbet etmediği için sadece gazete okumakla geçirmiştim zamanımı. Artık ilk haftanın sonunda bürodan kaçıp gitmeyi tasarlamaya başlamışken fakstan gelen duyurular arasında gördüğüm ODTÜ’deki nükleer santrallerle ilgili bir paneli izlemek istediğimi söyledim İsmet Demirdöğen’e. Sadece 5 kişinin izlediği panel, bir başka habere 3 satırla kutu olduğunda, ilk haberim de çıkmıştı. Tabii bürodakiler bunun farkında değildi. Haberin, daha doğrusu benim yazdığı 3 satırın altını kırmızı kalemle çizip bir ikisine gösterdiysem de yine mırıldaranak “iyi hadi bakalım” sözlerinden başka bir şey de duymadım. Artık karar vermeliydim ve o zaman hala beyazlamamış sakallarıyla herkesin “Dayı” diye hitap ettiği asık suratıyla karşındakine her an tersleyebileceği korkusunu veren Adnan Keskin’e bütün cesaretimi toplayarak yanaştım ve biraz konuşmak istediğimi söyledim. Hukuk mezunu olduğumu, haber yapmak istediğimi filan söyledim. Dayı dinledi ve kendisinin de iş yükünden şikayetçi olduğunu, adliye haberlerini yapabileceğimi söyledi. İşte hayatımı değiştiren konuşma oydu sanırım. İlk özel haberim Ulucanlar Cezaevi’ndeki katliama ilişkin Meclis İnsan Hakları Komisyonu’nun raporuydu. Sonrasında Çankırı Cezaevi’nde tedavisi yapılmadığı için ölen Engin Huylu haberi.. 3 aylık staj bitmeden telif sözleşmesi imzalatıldı, artık bir gazeteciydim. Birtan Altınbaş işkence davası… İnsan hakları ihlaleri gazetede geniş yer buluyor ve mesleğinin başındaki avukat arkadaşlarımın yaşadıkları sıkıntıları görünce gazetecilik bana giderek daha cazip gelmeye başlıyordu. Gerçi asgari ücret alıyordum ama gazetecilik virüsü girmişti bir kere.. F tipi cezaevlerine geçiş sürecinde yaptığım haberler gazetede geniş yer alıyordu. Bu sırada Genel Yayın Yönetmeni Mehmet Yılmaz Milliyet’in başına geçmiş, İsmet Berkan da Radikal’in yeni Genel Yayın Yönetmeni olmuştu. Kendisi F tipi cezaevlerinden yana olsa da haberlere karışmıyor ve Radikal bu süreçte, Yeni Binyıl ile birlikte medya içinde ayrı bir yerde konumlanmayı başarıyordu. (her ne kadar Tuncay Özkan daha sonra uzun yıllar hapis yatacağı F tipi cezaevlerini pazarlamak için bin tür yolu denese de Radikal’in ana çizgisini etkileyemiyordu) Öyle ki mahkum yakınları için de Radikal “devrimci bir gazete” gibi algılanıyordu. Bu dönemde, aynı zamanda bir mahkum yakını olan arkadaşımın metroda yere otururken elindeki gazeteyi altına koymasını söylediğimde “Ama Radikal’e kıyamıyorum” dediğini hatırlıyorum. Radikal de sofra kağıdı olarak serilmeyecek, üstüne oturulmayacak “devrimci basın” gibi algılanıyordu.

Hoş dönemin hükümeti ve Adalet Bakanlığı için de Radikal, yaptığı haberlerle “yasa dışı örgütlere yardım yataklık” eden bir gazete hüviyetindeydi. Bu bir benzetme de değildi üstelik, Adalet Bakanlığı’ndan gazeteye gönderilen tekziplerde “haberlerin yasa dışı örgütlerin propagandasına hizmet ettiği ve maksatlı olduğu” sık sık vurgulanıyordu.

F tipine geçiş sürecinde de Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk tüm toplumu kandırıp kanlı bir katliamın emrini verdiğinde medya operasyonun en önemli ayaklarından biriydi ve bu katliama alkış tutmanın, meşrulaştırmanın ötesinde adeta bir operasyon gücü gibi çalışmıştı. Hürriyet’in “Devlet Girdi” manşeti bunun özetiydi.Ama Radikal, katliamdan sonra da haberciliğini devam ettirdi ve kuşkuları ortaya koymaya devam etti. Radikal’in 18 yıllık yayın hayatının en önemli işlerinden biri F tipi cezaevleriyle ilgili haberlerdi.

Radikal’deki ömrüm, artık geçinmek konusunda büyük güçlük çektiğim günlerde Sabah’tan gelen cazip teklifle sona erdi. Aslında Sabah’a gitmeyi hiç düşünmüyordum ama o zamanki aklımla Sabah’tan gelen teklifi Radikal’de kadro ve üç beş kuruş zam için kullanmak istemiştim. Ailemden para gelmiyordu ve ev arkadaşlarıma yük olmaya başlamıştım. Sabah’ın teklifini gazeteye söyleyince maaşımı birazcık artırabileceklerini ummuştum. Bu ham hayalim İsmet Berkan’ın “Gitme, oralarda yapamazsın ama sana yakın zamanda yapacak bir şeyimiz de yok” sözleriyle mecburi bir gidişe döndü. Radikal’den 1 yıl 3 ay sonra ayrılırken aslında bütün bir gazetecilik hayatım boyunca hep Radikal’ci olarak kalacağımı, kendimi en çok Radikal’e ait hissedeceğimi bilmiyordum tabii…

20 Haziran 2014 Cuma

Balyoz siyasi yargılamalar için nasıl emsal olacak?



KEMAL GÖKTAŞ

Anayasa Mahkemesi'nin Türkiye'nin yakın tarihinde çok önemli bir yeri olan Balyoz davasında verdiği karar, benzer siyasi davaların değerlendirilmesi konusunda da önemli kriterler getirdi. AYM'nin adil yargılama hakkının ihlali olarak gördüğü konular kadar, ihlal olarak görmediği iddialar da Ergenekon, Devrimci Karargah, KCK, Poyrazköy gibi benzer davaların önümüzdeki dönemde AYM'de ele alınışı konusunda önemli emsalleri ortaya koydu.

18 Haziran 2014 Çarşamba

İşte Ekmel Bey'in siyasi görüşleri



KEMAL GÖKTAŞ

CHP ve MHP'nin Cumhurbaşkanlığı seçimindeki çatı adayı olarak ilan edilen Ekmeleddin İhsanoğlu'nun görüşlerinin kamuoyunda pek bilinmemesi nedeniymle farklı tepkiler ortaya çıktı. İhsanoğlu'nun siyasal İslam, dindarlık veya muhafazakarlık arasındaki konumu, özellikle CHP tabanı açısından oldukça belirleyeci bir önem taşıyor. İhsanoğlu, İslami çevrelerin yabancısı olmadığı ancak geniş kamouyunun pek haberdar olmadığı görüşlerini en net biçimde geçen yıl yayınlanan "Yeni Yüzyılda İslam Dünyası" isimli kitabında ortaya koyuyor. Kitaptaki görüşlerine göre İhsanoğlu, İslam'la çoğulcu demokrasi arasında esaslı bir karşıtlık bulunmadığını, din ve siyaset alanının birbiri üzerindeki kontrolünün kaldırılması ve "iyi yönetişim" esaslarının uygulanmasıyla İslam ülkelerinin gelişebileceğini savunuyor. Demokrasinin uzun süreli bir mücadale gerektirdiğinin sık sık altını çizen İhsanoğlu'nun Arap ülkelerindeki gençlik hareketlerini "toplumların geleceği açısından ümit verdiğini" belirterek övmesi ise ayrıca dikkat çekiyor. İhsanoğlu, öngördüğü siyasi çerçeveyi "Dinin sosyal hayatta yerini alması ve siyasetle ilişkisinin birbirine karışmama esasına bağlanmasıyla kurulacak bir denge" olarak tanımlıyor. İhsanoğlu, bu dengenin kurulmaması halinde Müslüman toplumların siyasette aktif kesimlerinin tek çıkar yolu hedeflerini dinin çerçevesinde aramak olacağı konusunda da uyararak "Bu senaryonun gerçekleşmesi halinde işler daha da karışabilir. Bugünkünden daha zor hale gelebilir" ifadesini kullanıyor. İhsanoğlu, "Arap Baharı" kavramına da karşı çıkarak yaşananın despotların sonbaharı olduğunu, Arap Baharı'nın yaşanması için birkaç neslin geçmesi gerekceğini savunuyor.

17 Haziran 2014 Salı

İbrahim Aras'ın cesedinin yanında gaz fişeği bulundu


KEMAL GÖKTAŞ

Adana'daki Lice protestosu sırasında hayatını kaybeden 15 yaşındaki İbrahim Aras'ın ön otopsi raporunda, "yaygın kafatası kırıklarından" kaynaklı öldüğü belirtildi. Olay yeri tutanağında da Aras'ın yanı başında da bir gaz kapsülü bulunduğu belirtildi. Görgü tanıklarının, Aras'ın Akrep'ten atılan gaz fişeği ile öldüğünü söylediği belirtilirken bir kadın tanığın savcıya "Polislere 'Burada adam öldürüyorsunuz' diye bağırdım. Bana 'Biz burada kuş avlıyoruz' diye karşılık verdi" dediği belirtildi.

"Canavarca hisle" kadın yakan sanığa iyi hal kıyağı


KEMAL GÖKTAŞ

Antalya 4. Ağır Ceza Mahkemesi, sevgilisi Çilem Hülya Berkil'i üzerine benzin döküp yakarak öldüren Abdurrahman Gazi Göçer'e verdiği cezadan "iyi halden" 6 yıl indirim yaptı. Mahkeme, "canavarca hisle insan öldürmek" suçundan mahkum ettiği sanığa yaptığı iyi hal indirimini "sanığın sosyal ilişkileri, fiilden sonraki ve yargılama sürecindeki olumlu davranışları, cezanın sanığın üzerindeki olası etkileri ve dosya kapsamı" gerekçelerine dayandırdı. Müdahil avukatları ise iyi hal indirimine "Sanıkların takım elbise giyip gelmesi iyi hal sebebi olarak alınırsa toplumsal vicdanımız ve kadının insan hakları kavramının zedelenmesi söz konusu olacaktır" diyerek isyan etti. Sanığın iyi hal indirimi aldığı davada, sanığın babası ve jandarmalar ise delilleri karartmak için rüşvet alıp vermek suçundan mahkum oldu.

15 Haziran 2014 Pazar

Hayati rahatsızlığı olan hakimin tayinini yapmadılar



KEMAL GÖKTAŞ

HSYK'nın (Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu) 2 bin 500'ü aşkın hakim ve savcının görev yerini değiştiren yaz kararnamesinin siyasi yankıları sürerken, hayati önemde hastalığı bulunan eşinin tedavisi için büyükşehire atanma talepleri reddedilen savcı isyan etti.

Zirve davasında "ev hapsi" skandalı


KEMAL GÖKTAŞ

Zirve Yayınevi katliamı davasında tutukluluk sürelerini 5 yılla sınırlayan yasa nedeniyle tahliye edilerek ev hapsine alınan sanıkların adli kontrol hükümlerine aykırı olarak defalarca evlerini terk ettiği, buna rağmen mahkemenin tutuklama kararı vermekten kaçınarak adli kontrole, "aynen devam" kararı verdiği ortaya çıktı. Oysa mahkemenin adli kontrole ilişkin kararında ev hapsi yükümlülüğünü ihlal eden sanıkların derhal tutuklanacakları belirtilmişti.

14 Haziran 2014 Cumartesi

ismail Saymaz'ın taraflı gazeteciliği





KEMAL GÖKTAŞ

11/06/2014
.
Gazeteciliğin, siyasetteki ve toplumdaki kamplaşmaya koşut olarak ikiye bölündüğü, her bir gazetecinin kendisini bir safta konumlandırarak haber nesnelerine baktığı, haberi siyasi bir mücadelenin aracı kıldığı bir matbuat döneminden geçiyoruz. Haberin/gazeteciliğin “tarafsız” olması gerektiği, dahası olabileceği yönündeki liberal görüşlerin “antika” değeri taşımaya başladığı bir evrede kuşkusuz memleketteki bu gazetecilik manzarası da çok yadırganmıyor. Gerçekliğin yeniden inşası olarak haberin, gerçeklik dışında kurgulanarak bütün unsurlarından soyutlandığı, insan zekâsıyla dalga geçen fantezik sunumların gerçeklik diye dayatıldığı bir dönemde, habere, gerçekliğe, nesnelliğe ve gazeteciliğe dair tartışmalarda özgün bir konumu temsil eden bir gazetecilik tarzının parlak bir örneği ile karşı karşıyayız. Bu tarz gazetecilikte haber iktidarın ve sermayenin kanatları altından çıkmıştır. Bu tarz gazetecilikte haberci, polis tekmeleriyle can verenlerin, gözaltında kaybedilenlerin, cezaevinde kolu koparılanların, “kutsal değerler” uğruna linç edilenlerin, kışlada bir kör kurşunla öldürülenlerin, erkeğin ve devletin itinayla hayatını kaydırdığı kadınların yanında saf tutmaktadır ve “taraflıdır”.

Bu tür gazeteciliğin ajitatif, güç ilişkileri içindeki konumunu pekiştirmeyi temel almış, pespayeliğini bağırarak, farklı olanı linç ederek, etiketleyerek örtmeye çalışan gazetecilik karşısındaki gücü, kuşkusuz gerçekliği temsil kabiliyeti ile orantılı.

Araştırmacı gazeteciliğin “güç odaklarınca bilinmesi istenmeyen olayları, olguları ortaya çıkarmak” olarak ifade edilebilecek en önemli unsurunun hakkını vererek haberlerini, kitaplarını kaleme alan, üretkenliği ile öne çıkan İsmail Saymaz’ın Esas Duruşta Cinayet kitabında ortaya konan gazetecilik de taraflılığın ve gerçekliğin nesnel temsilinin aynı anda mümkün olması, dahası birbirini besleme potansiyelini ortaya koyabilecek nadide örneklerden biri.

Saymaz’ın kitabı on beş dava dosyası etrafında yapılan araştırmalardan oluşuyor. Gazeteci kitaplarının temel handikaplarının başında anlatım sorunları gelir. Binlerce belgedeki bilgileri tasnif ederek olayın yalın öyküsünü ortaya koyacak bir öykü inşa etmek, gazetecilik yeteneğinin yanı sıra edebi bir ustalık da gerektirir. Bu yüzden çoğunlukla gazeteci kitapları, bağlamı ortaya konulmayan, yeterince analitik olamayan, bazen de çok uzun bir haber tadında yazılmış, sıkıcılıkla malul kitaplar olur.

Saymaz’ın kitabı, binlerce belge ve anlatım içinden gerçeğin öyküsünü ortaya koyarken gazeteci kitaplarının bu handikapından sıyrılmayı başardığı için farklı bir örnek olarak karşımıza çıkıyor. Saymaz, binlerce sayfa tutan ifadeler, iddianameler, duruşma tutanakları, yazışmalar arasından “olayın öyküsünü” ortaya koyarken, iddialar, savunmalar, hükümler, ortada bırakılan soru işaretleri arasında okuru dosya içinde gezintiye çıkarıyor. Saymaz, gazeteciliği kadar anlatımında da ustalık dönemine girdiğini gösteriyor.

Esas Duruşta Cinayet, askerlikle ilgili nadir gazetecilik çalışmalarından biri. Yıllarca üzerinde çok durulmayan haberler olarak önümüzden akıp giden büyük bir insanlık sorununu dert edinen ve bir söyleşisinde amacının “halkı askerlikten soğutmak” olduğunu belirten Saymaz, kitabın altbaşlığında yer alan “Kışlalarda neler oluyor?” sorusunu yanıtlarken onlarca trajik öyküyü önümüze seriyor. Gördüğü kötü muamele nedeniyle akıl sağlığını kaybeden, nöbet tuttuğu kulübede arkadaşının silahından çıkan kurşunla can veren, ordunun kendi döşediği mayınlara basarak paramparça olan, bir cephanelikte gece çalıştırılırken havaya uçan, kalbi kaldıramadığı halde üzerindeki ağır mühimmatla zorla koşturulurken can veren, bölük karşısına çıkarılıp hakaret edildiği için intihar eden erlerin öykülerini kaleme alırken bütün bu cinayetlerin zeminini de ifşa ediyor Saymaz. Türkiye’de zorunlu askerliğin artık kendi militarist mantığı içinde dahi işlevsizleşmiş, “savaşa hazırlık ve savaş eğitimi” amaçlarından çıkarak angarya ve zulüm ortama haline gelmiş kışla manzaralarını ortaya koyuyor. Askerde çatışma dışı nedenlerle hayatlarını kaybedenlerin sayısının, çatışmalarda ölenleri geçtiğini rakamlarla ortaya koymak zaten bu yapının artık sürdürülemez hale geldiğini de gösteriyor. “Altını çizmek gerekir ki, intihar, kaza ya da kasıt, görünür gerekçesi ne olursa olsun, ölümlerin temel zeminin, zorunlu askerlik ödevi olduğu anlaşılıyor.” (s. 291)

İşkence ve zulmün ortak hedefi
Her biri 80’li yıllardaki Diyarbakır Cezaevi’ni çağrıştıran askeri cezaevlerindeki işkence ve zulmü ortaya koyan örnekler, cinayetin üstünü örtmeye yönelik olarak işleyen askeri yargı pratikleri, failleri korumaya, mağduru suçlu göstermeye azimli, çoğunlukla da suçun bir parçası olan üstlerin varlığı, kitaptaki onlarca örnekte kendini gösteriyor. Cinayetlerden sonra, genellikle cinayetle ilgili ihmal ya da olası kasıtla sorumlu olan rütbelilerin soruşturmalarda yer almaları, askeri yargıda ast-üst ilişkilerinin gölgesinde yapılan soruşturma ve yargılamalar, benzeri “sivil” hayatımızda da görülen bir sistematik insan hakları ihlalleri manzarasının parçalarını oluşturuyor.

Kışlalarda öldürülen askerlerin büyük bölümünün Alevi ve Kürt olması, hâkim kimliğin kışlalardaki öldürücü hâkimiyetinin de bir göstergesi. Ermeni er Sevak Balıkçı’nın soykırımın yıldönümü olan 24 Nisan’da öldürülmesi, dövülerek öldürülen bir Alevi erin kolundaki Zülfikâr dövmesine defalarca sopalarla vurulduğunun anlaşılması gibi olayların kökeninde, zaten hazır bir toplumsal-ideolojik yüklemeyle kışlalara getirilen ve pekiştirilerek saldırganlaştırılan militarist, ırkçı nefret söyleminin yer aldığını gösteriyor.

Öldürülen askerlerin neredeyse tamamı yoksul olan aileleriyle yapılan söyleşiler de trajedinin sadece insanların hayatlarını kaybetmesiyle bitmediğini, geride adaletsizlik karşısında duyulan kahredici bir çaresizlik, yoksulluk ve öfke bıraktığını gösteriyor. Saymaz’ın kitabının asıl başarısı da burada aslında, yani dava dosyalarının, rakamların, istatistiklerin içinden insanların acılarını hissettirebilmesinde...

ESAS DURUŞTA CİNAYET
İsmail Saymaz
İletişim Yayınları
2014, 293 sayfa, 22 TL.



13 Haziran 2014 Cuma

HSYK kararnamesi: AKP, sosyal demokrat, ülkücü ittifakı yatırımı


KEMAL GÖKTAŞ

HSYK'nın 2014 adli ve idari yargı yaz kararnamesinden iade-i itibar gibi atamalar çıktı. 30 ilin başsavcısının tenzili rütbe ile düz savcı yapıldığı kararnamede çok sayıda ağır ceza mahkemesi başkanı da düz hakim olarak atandı. Adalet Bakanlığı bürokratlarının önemli bir bölümünü kürsü hakim ve savcısı olarak görevlendiren HSYK, 46 Yargıtay tetkik hakimini de başka görevlere atadı. İdari yargıda hükümet aleyhine karar veren birçok başkan da tenzili rütbeden nasibini alırken Gezi Parkı ve Taksim projelerini iptal eden mahkemenin başkan ve üyesi başka görevlere atanırken Youtube'un kapatılmasına durdurma kararını veren mahkemenin başkanı da tenzili rütbeden nasibini aldı.

12 Haziran 2014 Perşembe

Cömert davasında davanın naklini isteyen sanık avukatı Ak Parti adayı çıktı



KEMAL GÖKTAŞ

Gezi eylemleri sırasında Antakya'da Abdullah Cömert'i Akrep aracından attığı gaz fişeği ile öldürdüğü iddiasıyla yargılanan polis memuru Ahmet Kuş'un yargılandığı davanın başka bir şehire nakledilmesi gündeme geldi. Sanık avukatının başvurusu üzerine Hatay Başsavcılığı ve Hatay Valiliği, davanın Hatay'da görülmesi halinde güvenlik sorunları çıkabileceğini savunarak davanın nakli talebinin kabul edilmesi istemiyle dosyayı Adalet Bakanlığı'na gönderdi. Gezi eylemlerinde Eskişehir'de dövülerek öldürülen Ali İsmail Korkmaz'ın davası da daha önce Kayseri'ye nakledilmişti.

8 Haziran 2014 Pazar

Havaalanında dayak odasına 7 bin 500 TL tazminat


KEMAL GÖKTAŞ

İstanbul 4. İdare Mahkemesi, İçişleri Bakanlığı'nın, haksız yere gözaltına alınan, kamerasız bir odada 3 dakika 38 saniye dövülen, sınır dışı edilerek 1 yıl Türkiye'ye giriş yasağı verilen Azeri insan hakları savunucusu avukat İntigam Aliyev'e 7 bin 500 TL manevi ve 600 TL maddi tazminat ödemesine karar verdi.

6 Haziran 2014 Cuma

Aile içi görüşme tapeleri delil sayıldı


KEMAL GÖKTAŞ

Yargıtay Ceza Genel Kurulu, bir uyuşturucu davasında hakkında dinleme kararı bulunan kişiyle kardeşi arasındaki görüşmelerin delil sayılmasına karar verdi. Kararla hem aile arasındaki konuşmalar suça delil sayıldı hem de teknik takipteki biriyle görüşenlerin cezalandırılmasının önü açıldı...

Hakkında dinleme kararı bulunan kişiyle, dinleme kararı bulunmayan iki kişi arasında yapılan görüşmelerin delil olarak sayılıp sayılmayacağına ilişkin ihtilafa son noktayı koyan Yargıtay Ceza Genel Kurulu, tavrını yine telekulaktan yana Yargıtay Ceza Genel Kurulu, bir uyuşturucu davasında, hakkında dinleme kararı bulunan kişiyle dinleme kararı bulunmayan iki kardeş arasında yapılan görüşmelerin delil olarak sayılmasına karar verdi.
Genel Kurul, yasadaki aile arasındaki konuşmaların dinlenemeyeceğine yönelik açık hükme rağmen iki kardeş arasındaki dinlemeleri kanıt saydı. Genel Kurul, Yargıtay Başsavcılığı’nın, “Olması gereken hukuk açısından en doğru olan yöntemin her bir fail hakkında ayrı ayrı iletişimin denetlenmesi kararıyla dinleme yapılmasının olduğu söylenebilirse de, hukuka kesin aykırılığın olmadığı hallerde korunan hukuki değerler arasında bir denge kurulmak suretiyle, hukuka aykırı delillerin değerlendirilmesi ve böylece maddi gerçeğe ulaşılmaya çalışılmasının bireylerin ve toplumun yararına olacağı açıktır” şeklindeki itirazını yerinde buldu.

10. DAİRE KARARI BOZDU

İstanbul polisi, bir uyuşturucu soruşturmasında Van’da yaşayan C.E. hakkında telefon dinleme kararı aldı. C.E.’nin kardeşi Ç.E ile yaptığı telefon görüşmelerinden Van’dan İstanbul’a uyuşturucu getirerek piyasaya sürecekleri sonucuna ulaşan polis, C.E.’yi Van’dan geldiği otobüsten inerken Sabah 04.15’te yakaladı. Polis, C.E.’nin kardeşi Ç.E.’yi de yakındaki bir büfenin önünde beklerken 1 saat sonra gözaltına aldı. Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesi, dinleme kayıtlarını delil sayarak Ç.E. ile kardeşi C.E.’ye uyuşturucu madde ticareti suçundan 6 yıl 3’er ay hapis cezası verdi.
Kararı Ç.E. temyiz etti. Yargıtay 10. Ceza Dairesi ise 2’ye karşı 3 oyla Ç.E.’ye verilen cezayı bozdu. Bozma kararında sanık Ç.E. hakkında iletişimin tespiti kararı bulunmadığına dikkat çekildi.
Yargıtay Başsavcılığı, dairenin bozma kararına karşı Yargıtay Ceza Genel Kurulu’na itiraz etti. İtiraz başvurusunda sanıkların uyuşturucu temini ve nakline yönelik birçok görüşme yaptıkları belirtilerek, “iştirak halinde işlenen suçlarda sanıklardan biri hakkında mahkeme kararıyla elde edilen delilin diğerleri yönünden değerlendirilmeyeceği yönünde mevzuatta hüküm bulunmadığı” savunuldu.

KAMU YARARI GEREKÇESİ
Yargıtay Ceza Genel Kurulu, başsavcılığın bu itirazını kabul ederek dosyayı Yargıtay 10. Ceza Dairesi’ne göndermeye karar verdi. Genel Kurul’un bu kararıyla hukuka aykırı da olsa delillerin, “birey ve toplum yararı” bahanesiyle geçerli sayılmasının önü biraz daha açıldı. Bu karardan sonra hakkında dinleme kararı olmayan kişiler de mahkeme kararıyla dinlenen kişilerle yaptıkları görüşmeler nedeniyle ceza verilecek.


5 Haziran 2014 Perşembe

İzmir'de karakolda dövülen kadına 8, polislere 1 yıl hapis istendi


KEMAL GÖKTAŞ Ankara

İzmir’de Karabağlar Polis Merkezi’nde Fevziye Cengiz isimli kadını feci şekilde dövdükleri görüntülerle ortaya çıkan polislerin “işkence” suçundan yargılandığı davada skandal yaşandı. İzmir 6. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki davada mütalaasını veren savcı Göksel Er, işkenceden yargılanan 3 polisten 2’sine 1.5 aydan 1 yıl 1 aya kadar hapis cezası isterken, bir polisin ise beraatine karar verilmesini talep etti. Savcı Er, mağdur Fevziye Cengiz hakkında ise polislere hakaret ettiği ve direndiği gerekçesiyle 2 yıl 1 aydan 8 yıl 9 aya kadar hapis cezası istedi. Polis Merkezi'nde iki polis tarafından yere yatırılarak kelepçelendikten sonra dakikalarca dövülen kadın hakkında bu cezanın istenmesine neden olan fiilleri ise “gözaltına alınırken hakaret ettiği, polisin koluna eliyle vurduğu, tırmaladığı ve ittiği” iddiası oldu. Savcı Er, görüntülere yansıyan vahim dayağı işkence olarak saymama gerekçesini ise “Sanık polisler tarafından ani kararla polis merkezindeki bir odadaki görevlilerin dışarıya çıkartılarak hızla ortamın uygun hale getirilmesi ve burada Fevziye Cengiz’in dövülmesi, olayın sistematik bir şekilde gerçekleştiği anlamına gelmez. Olayımızda sanık polislerin işkence kastı ile değil, kendilerine hakaret edilmesinden duydukları kızgınlıkla bu suçu işlemişlerdir” gerekçesiyle açıkladı.

İşkence görüntüleri

İzmir'de 2011 yılında ailesiyle birlikte eğlenmeye gittikleri müzikholde gözaltına alınan Fevziye Cengiz'in karakolda yediği feci dayağın görüntüleri Vatan gazetesi tarafından ortaya çıkarılmıştı. Polis merkezinin kameralarındaki görüntülere göre polisler Hakan Yörük ve Beyit Sezgen, genç kadını bir masanın arkasına götürerek tekme ve tokat atıyor, saçını çekiyordu. Genç kadını kameranın görmediği kapı eşiğine götüren polislerin inip kalkan kolları görülüyordu. İki polis döverek kadını bu defa masanın altına yatırıyor ve ellerini arkadan kelepçeliyordu. Kadının özellikle yüzüne vurmaya devam eden iki polisin ağız hareketlerinden küfür ettikleri ve bağırdıkları anlaşılıyordu. Polislerden biri genç kadının üzerinde durarak dakikalarca tokat atmaya ve saçını çekmeye devam ediyordu. Bu sırada odaya bazı resmi polisler girip çıkıyor ancak dayağa müdahele eden olmuyordu. Dayağı baştan beri seyreden resmi bir polis ise (Nevzat Ataseven) perdeyi çekerek dayağın dışardan görünmesini engellemeye çalışıyordu.

"Eli ile kolumuza vurdu, tırlamadı, itti”

Olaydan sonra Fevziye Cengiz hakkında şikayetçi olan 3 polis, Fevziye Cengiz'in kimliği olmadığı için karakola davet ettiklerini ancak alkollü olan Cengiz'in kendilerine direndiğini, kollarından tutup götürmeye çalıştıkları sırada kendilerine küfür ettiğini iddia ettiler. Polisler Cengiz'i kendilerini yaralamakla suçlarken bir polis "Kollarından tutmadan önce sanık eli ile kolumuza vurdu" derken diğer polis "Benim kollarımı tırmaladı" diye ifade verdi. Şikayetçi üçüncü polis ise "Eliyle itti" dedi.

İşkence davası açıldı

Görüntülerin çıkmasının ardından polisler hakkında açılan “yaralama” davasında da skandallar yaşandığı anlaşıldı. Görüntüleri izleyerek bilirkişi raporu hazırlayan iki polisin görüntülerdeki dayaktan hiç bahsetmedikleri ortaya çıkınca sanık polisler hakkındaki dava da “işkence”ye dönüştü ve dava ağır ceza mahkemesine gönderildi. Ancak İzmir 6. Ağır Ceza Mahkemesi’nde dün görülen duruşmada mütalaa veren savcı Göksel Er, skandal bir mütaalaya imza attı. Er, müzikholde çalışan kadın garsonların sonradan verdikleri ifadelere dayanarak Cengiz’in kimliğinin yanında olmaması nedeniyle gözaltına alınırken polislere küfür ettiklerini savundu. Cengiz’in, eşinin ve damadının polisin Cengiz’e küfür ettiği yönündeki ifadelerini “akrabaları” olduğu için inandırıcı bulmadığını belirten savcı Er, karakoldaki feci dayağın ise “polisin zor kullanma yetkisinin aşılması” olarak değerlendirdi. Fevziye Cengiz’in küfür ettiği ve polislere direndiği için polislerin “haksız tahrik” altında kaldıklarını iddia eden savcı olayın adi geliştiğini belirterek işkence sayılamayacağını savundu.

Mağdura 8 yıl 9 aya kadar hapis

Savcı Er bu gerekçelerle Fevziye Cengiz hakkında “Birden fazla kamu görevlisine görevlerinden dolayı aleni hakarette bulunmak” suçundan 1 yıl 5 ay 30 gün ila 3 yıl 6 ay arası hapis istedi. Savcı, Cengiz’in ayrıca  “görevi yaptırmamak için direnme” suçundan 7.5 aydan 5 yıl 3 aya kadar hapis cezası istedi. Cengiz hakkında istenen hapis cezası her iki suç için toplam 2 yıl 1 aydan 8 yıl 9 aya kadar hapis cezası oldu.

Polislere 1 yıl 1 ay

Savcı buna karşın sanık polis memurları Beyit Sezgen ve Hakan Yörük hakkında “zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması” hükümlerinin işletilmesini istedi. Savcı Fevziye Cengiz’i dakikalarca dövdükleri, yere yatırarak üstüne çıktıkları sabit olan bu iki polis memuruna “kamu görevlisinin sahip olduğu nüfuzu kullanarak basit yaralama” suçundan 6 aydan 1.5 yıla kadar hapis cezası istedi. Ancak bu suçu haksız tahrik altında işledikleri iddiasıyla cezanın 1.5 aydan 1 yıl 1 ay hapse düşürülmesini istedi. Savcı Sezgen ve Yörük’ün Fevziye Cengiz’e hakaret ve tehdit ettiği iddiasına ilişkin yeterli delil olmadığı gerekçesiyle beraatlerine karar verilmesini istedi. Hakkında işkence suçundan dava açılan sanık polislerden Tekin Doğan’ın da suçun sabit olmadığı gerekçesiyle beraatine karar verilmesini istedi.

İşkenceyi gizleyene 3-9 ay

Fevziye Cengiz dövülürken perdeleri kapatarak dışarıdan görülmesini engelleyen polis Nevzat Ataseven’e ise “yaralama suçuna yardım” etmekten sadece 3 aydan 9 aya kadar hapis cezası verilmesi istendi.

Duruşmada taraf avukatları savcının esas hakkındaki görüşüne karşı beyanlarını hazırlamak için süre istedi. Mahkeme heyeti de duruşmayı bu nedenle erteledi.

Savcıdan “alkollü” vurgusu

Savcı Er, görüşünde, Fevziye Cengiz’in alkollü olduğunu birkaç vurgulaması dikkat çekti. Er, “sanık polislerin, alkollü olan ve polislerin görevini yapmasına direnip onlara hakaret eden Fevziye Cengiz’e duydukları kızgınlıktan ve ani olarak gelişen bir çok kez vurarak hayati tehlike geçirmeyecek şekilde yaralanmasına sebebiyet vermişlerdir. Sanık polisler tarafından ani kararla polis merkezindeki bir odadaki görevlilerin dışarıya çıkartılarak hızla ortamın uygun hale getirilmesi ve burada Fevziye Cengiz’in dövülmesi, olayın sistematik bir şekilde gerçekleştiği anlamına gelmez. Olayımızda sanık polislerin işkence kastı ile değil, kendilerine hakaret edilmesinden duydukları kızgınlıkla bu suçu işlemişlerdir” dedi.

Kimliği yok diye

Fevziye Cengiz, ifadesindeki anlatımlara göre, olay şöyle gelişmişti: Cengiz, eşi, kızı, damadı ve kayınbiraderi ile İzmir'de bir müzikhole eğlenmeye gitti. Diğer yakınları dışarda sigara içtikleri sırada polis müzikholü bastı. 3 sivil polis kimliklerini göstermelerini isteyince, Fevziye Cengiz'in eşi Murat Cengiz, kendi kimliğini bu şahıslara vermek üzere garsona uzattı ve sonra da yakın mesafeye park ettikleri arabalarında eşinin çantasının içinde olan kimliğini almak için dışarı çıktı. Fevziye Cengiz de yanına gelen polislerden birine "Eşim kimliğimi almaya arabaya gitti, bir dakika bekleyin" diye açıklamaya yapmaya çalışırken arkadan gelen sivil polislerden biri genç kadına vurdu ve "Gitmek istemiyor musun, kahpe" diye bağırdı. Polis, Cengiz'i zor kullanarak gözaltına aldı. Cengiz, yol boyunca ve karakolda dayağın devam ettiğini, karakolda 2 polisin kendisini feci şekilde dövdüklerini, cinsel tacizde bulunduklarını ve yere yatırıp kelepçeleyip dövmeye devam ettiklerini anlattı. Bu esnada resmi giyimli bir polisin de dışarıdan gözükmesin diye perdeleri kapattığını anlatan Fevziye Cengiz'in ifadalerinin doğru olduğu, karakoldaki güvenlik kameralarının savcılıkça getirtilmesi üzerine ortaya çıktı.


4 Haziran 2014 Çarşamba

Üniversite öğrencisi genç kadına işkencede olağan şüpheli polis


KEMAL GÖKTAŞ

Eskişehir'de üniversite öğrencisi Ceren Ünver'in kimliği belirsiz kişilerce kaçırılması ve ıssız bir yerde bayılana kadar dövülmesi tedirginlik yarattı. Eskişehir Emniyeti, olayın sivil polislerce gerçekleştirildiği iddialarına ilişkin açıklama yaparak faillerin arandığını duyururken, Ünver'in Gezi eylemlerinde de yer alan DHF (Demokratik Haklar Federasyonu) üyesi olması ve Ali İsmail Korkmaz'ın dövülmesinin yıldönümünde yaşanması nedeniyle arkadaşları olayı "gözdağı" olarak nitelendirdi.

2 Haziran 2014 Pazartesi

Savcı: "Gösteri demokratik haktır. İzinsiz gösteri diye birşey olmaz"

KEMAL GÖKTAŞ

Taksim ve Kızılay gibi meydanlarda yapılmak istenen gösteriler nedeniyle sık sık gerginlikler yaşanırken Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde önceden izin alınmasına gerek olmadığını, bu yüzden "izinsiz gösteriye katılma" suçu olamayacağına karar verdi. Ankara Cumhuriyet Savcısı Bülent Yücetürk, 1 Mayıs'ta Kızılay'a yürümek isterken gözaltına alınan 18 yaşından küçük çocuklar hakkında açılan soruşturmada gösteri yürüyüşlerine katılmak için önceden izin almanın gerekmediğini ve 1 Mayıs'ı kutlamanın demokratik hak olduğunu belirterek şüpheliler hakkında takipsizlik kararı verdi.

Yargıtay'dan "İnsan yaşamının kutsallığı kararı"




KEMAL GÖKTAŞ 

Yargıtay 21. Hukuk Dairesi, değeri daha yüksek olan ilaç salınımlı stent takılan hastaya raiç değeri daha düşük stendin ödenmesine ilişkin davada "insan yaşamının kutsallığının gözetilmesi ve hekimin yaptığı tercihin kabul edilmesi gerektiği" gerekçesiyle SGK'nın pahalı stendin bedelini ödemesine karar verdi.