Sayfalar

4 Haziran 2015 Perşembe

Keşke hiç sevmeseydik Ali İsmail'i...

Keşke hiç sevmeseydik Ali İsmail’i…*

Kemal GÖKTAŞ

Gözlerini ve gülüşünü sevdik en çok Ali İsmail’in. Gözleri ve gülüşüyle dokundu yüreğimizin her bir hücresine. Ah keşke görmeseydik, bilmeseydik, böyle güzel gülüşlü böyle güzel bakışlı bir genç çocuk olduğunu Emel annenin oğlu Ali İsmail’in. Keşke varlığını bizler hiç duymasaydık. Eskişehir’in soğuk akşamlarında koşar adım gittiği evde arkadaşlarıyla şakalaşıp mutlu gülüşlü hayatına devam edebilseydi Ali İsmail. Adına marşlar yapmasaydık, gülüşünü bayrak yapmasaydık genç isyanlarımıza… Alanlar, sokaklar, caddeler, evler, yürekler, stadlar dolusu acıyı paylaşmasaydık keşke. Keşke hiç sevmeseydik Ali İsmail’i. Emel anneyi de bilmeseydik, abisi Gürkan’ı da… Hiç bilmeseydik, bir yeğeninin olduğunu… Yeğeninin adında Ali olmasaydı keşke Ali İsmail’in. Tıpkı Uğur’u, tıpkı Ceylan’ı, tıpkı Nihat’ı, tıpkı Medeni’yi, tıpkı Ethem’i, tıpkı Ahmet’i, tıpkı Abdocan’ı bildiğimiz gibi, bilmeseydik keşke.

“Kafasını ezdiler çocuğun ve biz seyrettik olan biteni” demeseydi hiç kimse…
Devletin valisinin “Arkadaşları dövmüştür” yalanıyla başladı, akıbeti belli aklama sürecinin. Nice genç, nice çocuk, nice anne, nice babaya yaptıkları gibi faili meçhul dosyalardan biri yapmak istediler Ali İsmail’in dosyasını da. Katiller çevredeki işyerlerine ait kameraların çektiği görüntüleri, Ali İsmail’e attıkları tekmelerin acısı daha bedenindeyken sildiler. Polis kriminal laboratuarına gönderildiğinde “kurtarılamadı” denildi, Ali İsmail’i yere yatırıp linç ettiklerini belgeleyen görüntüleri. Üniversiteden bilirkişiye gönderildiğinde görüntüler için yine “kurtarılamadı” denilmesi beklenebilirdi belki ama görüntüleri kurtarmakla görevli ‘şerefli’ bilirkişinin defalarca görüntüleri silmeye çalışacağına cüret edeceğini  kimse beklemiyordu… Ama bu defa, gülüşü insanların acısı haline geldiği için belki de, Ali İsmail’in katilleri kaçamadı. Görüntüler jandarma kriminal laboratuarında kurtarıldığında katiller de tek tek ortaya çıkmıştı. O görüntülerdeki Ali İsmail’in bedenine inen her tekme, insanlığımızın utancı olarak sadece belleklere değil, yüreğimize de kazındı kazınmasına ama linç ederek, işkenceyle alınan bu can için savcılığın iddianamesinde Ali İsmail’in kafasına son tekmeyi atan polis tek “asli fail” olarak gösteriliyor, lince katılan diğerleri ise sadece “yardım”la suçlanıyordu.
Klasik taktikleridir, adaletten kaçırmak istedikleri davaları alıp uzak şehirlere gönderirler. Ali İsmail’de de öyle oldu. Nice dava “güvenli şehir” diye Eskişehir’e Ali İsmail’in dosyası Eskişehir’den Kayseri’ye gönderildi. Hakkını yemeyelim, Kayseri’deki dava, “her şey yolundaymış” izlenimi verilen bir süreçte gitti. Ailesi, avukatları, arkadaşları, Ali İsmail’i tanıma mutsuzluğunu yaşayan insanlar, adaletin hiç değilse, son tekmeyi atarak hepimizi insanlığımızdan vuran polise karşı tecelli edeceği umuduyla katlandılar bu soğukkanlı yargılamaya.
Karar açıklandığında, sanıkların, döverek, linç ederek, işkenceyle öldürdükleri Ali İsmail’i “yaraladıkları” hükmüne vardığını duyurdu mahkeme. Onlar Ali İsmail’e yaralamak için vurmuşlar, ama ah yazık, Ali İsmail ölmüştü! “Yaralama sonucu ölüme neden olmak” suçundan, üstelik alt sınırdan verilmişti ceza. Ve mahkeme, sanıklara alt sınırdan ceza verme gerekçesini “Suçun işleniş biçimi, suç konusunun önem ve değeri, meydana gelen sonucun ağırlığı” olarak açıklıyordu.  “Bir gencin polisler ve polislerin örgütlediği sivil faşistlerce sokakta pusu kurularak, linç ederek öldürülmesi” mahkemeye göre alt sınırdan ceza verilmesinin gerekçesi yapılıyordu. Sanıklara verilen cüzi cezaları dahi içine sindiremediğini bu gerekçeyle açık edenler, her şeye rağmen şekli hukukun bir zorunlu sonucu olarak en hafifinden de olsa ceza verirken son tekmeyi atan polis kadar hınçla hareket ediyorlardı.
Üstelik sanıklara alt sınırdan verilen cezalardan, Ali İsmail’in gençliğiyle dalga geçer gibi “Cezaların sanıkların gelecekleri üzerindeki olası etkileri göz önüne alınarak” 6’da 1 oranında indirim yapılıyordu. Mahkeme, tıpkı polisler gibi “yaralama sonucu ölüme neden olmak” suçundan ceza verdiği sivil saldırganlara, polislerden 4 yıl daha düşük ceza vermesinin nedenini de korkunç bir gerekçeye dayandırıyordu. Mahkemeye göre bu farkın nedeni; polislerin Korkmaz’ı “kemik kırığına neden olacak” şekilde dövmeleri, sivil saldırganların ise kemik kırığına neden olmadan dövmeleriydi.
SORULACAK HESAPLARIN EN BÜYÜĞÜ
Biliyoruz ki adalet, hukukla eşdeğer değildir. Adalet mahkeme salonlarına, “devlet cüppeli” hakimlere, savcılara, onca merasimin ve kaidenin arkasında gizlenmiş hınca teslim edilemez. Ama hiçbir şey kafası ezilerek öldürülen bir çocuk için bu yapılanları unutturmayacak bize. “Bir çocuğun kafasını ezerek öldürdüler ve biz sadece seyrettik” demeyecek kimse. Artık hiçbir şey Ali İsmail’in işkenceyle öldürülmesi için sanıklara “yaralama” suçundan alt sınırdan ceza verirken “suçun işleniş biçimi, suç konusunun önem ve değeri, meydana gelen sonucun ağırlığı” diye yazılmasını, Ali İsmail’in gülüşünü acıları eyleyen koca insanlığa unutturamayacak.
Oysa, Gezi kadar güzel, Gezi kadar saf, Gezi kadar sürpriz, Gezi kadar renkli, Gezi kadar asi, Gezi kadar dost, Gezi kadar heyecanlı, Gezi kadar gençti Ali İsmail… O yüzden en umutsuz anımızda bizi hayata bağladıktan sonra bir düş gibi usulca çekilen bir halk isyanın en güzel gülüşlü neferi oldu o. Artık sorulacak hesapların en büyüğüdür Ali İsmail.

25 Ocak 2015 tarihli Evrensel gazetesinin Pazar ekinde yayınlanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder